Kayıtlar

Ağustos, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Parçalanan Kadarıyla

parçalanan kadarıyla; anlaşılmanın önem arz etmediği bir yerde durmanın anlamı yok. nitelikli bir anlam arayışı içerisinde olmak kendi yolunda harlanmak bu acınası halden daha kavi kılar bizi. insanı en iyi tanıyan yine kendisi. andan ana yücelen ya da küçülen bazen de sabit kalan düşüncenin özü bizde, "in"de saklı. bunu bilerek tam da her şeyden kaçmayarak ama asla her şey olmadan bir biçim bulup hızlı akıntıda "dingin"liği bulmak huzur için elzem. kimse "in"e giremez. hayat bu, her şey dediğimiz bazen üzerimize sıçrar. çitilersin geçer.

Altın Sancak

çıkmazdan çıktığımda  bir yüzümü avluda kurşuna diziyorlardı artık  bana yabancı gelmeyen şeyler  belki sonumu getirebilir  arzu bu duruma belki dahil belki değil  "intihasına yüklenmeyen  her anlamdan sorumludur varlık  bunu dert edinmeyen zihnin varlığından da  kuşku duyulur."  der, yenilmekten ve kazanmaktan  aynı tadı alanlar bana sürekli aynı hapı yazıyor  plaseboya takıntılı doktor iş çıkışı ellerini psikoloğunun kemerine geçirmiş buluyor ilerisi yok  tedavisi bitene kadar bu şekilde. aynaya baktığımda  geçirdiğim çeyrek asrın kırbacı altında  altından bir sancak dalgalanıyor memnuniyetsiz fırkateyne bakıyor yönü küf tutmuş dirseğin  yapay direnişe öfkesi olsa gerek /aydınlat beni, seviyorum sü. avluda vurulan yüze karşı  memnunum artık  hesaba çekilmişler arasında  tek yüzlü omurgalı bir varlık  /diyorlar ki sancağın sahibi odur. gittiğim yerlerin merhametle yakası bağdaşmıyor gördüğüm ...

Kükrediğinde Namlu Duyuldu Ağlayan Yeryüzü

eli göğe uzanan varlığına rest çekmiş  insanlara rastladım  atlasın ortasında, kuytusunda her yerdeydiler elimde kocaman bir gökyüzü olsun isterdim bende kime ne zarar gelirdi bundan elimde tutayım isterdim İskender'i çetin yaka ceketimi kuşanıp kırbaca tutmak isterdim zalimleri tanıştım ve; merhaba sırtımda hamal yükü kahır  ve düşünce, kükreyen hengame gözlerin gördüğünden  daha fazlası yığılırdı önüme bunu kimseye söylemedim  ey eli göğe uzanan  senden başka  yangın olup yarmak isterdim okyanusları zalim olup hatırlanmak isterdim  kuytularda gaddar olup eğdirirdim boyunları  cani olup çarmıhla süslerdim girdapları senden başka  kimseye söylemedim bunları  ey eli göğe uzanan dişlerimin arasına almak isterdim teraziyi tek zalim ben kalayım diye kanla yıkanan cesetler arasına koyardım  zalimleri bu savaşa ben de girmek isterdim koynumdakilerle  omzumdakilerle tüm ayırtlarımı kapsayan  dillere pelesenk destana yaraşır ...

Atla Büyümüş Olan

ben sana bakıyordum  her şeyin nasıl bu kadar mümkün olabileceğine  bir anlam bulamıyordum belki de böyle olması gerekiyordu eğer öyleyse  yeterince bir anlamı yoktu olması gerekiyorsa  heyecan yoktu varlık sekteye diş geçirmeye  çalışıyor gibi bir şeydi  hazzım azaldı  yeni bir esinti belki de uzaklık gerekiyordu kahve aldığımız  yeri değiştirmekle başlayabilirdim ya da gidip bir tankı temizleyebilirdim bir bulutu askıdan alıp  yerine atla büyümüş  çocukların hayallerini koyabilirdim bilmiyorum  karar vermek gerekliliğini ve bunu oluşturan sebepleri sevmiyorum  "evet her şeyden biraz olmakla iyiye yaklaşmak zaman alır  her şeyin lif lif örgüsü zamanla ağırlaşır umarım geçmiş  ders çıkarılacak kadar kötü değildir  umarım yeni bir yön için  geç değildir." eşikte bekleyen umut süvarisi iflası bekliyor.

Dissonans

canım yanmayacak bu farkla; kelepir varlığına banal liyakatini eklediğimizde cepkenden düşüp  ardına dahi düşülmeyecek bir varlık olarak tanımlanması gerekirken. "evet, her şeyde olduğu gibi her şerde olduğu gibi ulu gök, arz, Valhalla camiası her ne varsa varlığını  ispatla canlanmış hepsi, her şey  bana bir şeyi daha öğretmek bir şeyin daha ayırtlarını  boğdurtmak için can atıyordu." "tabii ki şükür için  neler yapabilirim? en azından  bu durumdan  şikayet etmem. ulu sesler dinler ulu dağlara adımlar kuşları dinler kedileri sever boğazı izler gözlerin içine bakar  sözleri dinler yadigar elleri öper  ..." "buna özgür umutlar diyorum şimdiye gelene kadar unutulan bütün özgür kanlardan özür dilerim Ceber-i Tarık'tan Endülüse Arizona'dan Antarktika'ya Harameyn'den Cape Town'a kadar" "reddetmeden, usanmadan yapmamız gereken şey hilkatimizi oluşturan her şeyi  sahiplenerek değiştirmeye çalışmadan  onları korumak. yol özgürlükten geçiyo...

Geniş Salon

burada yıkılan duyumları yeni sahra'da külle yıkanan beyinler bölüm 1) sarayından limuzine atlayan ceylanı  dürbünümle kavradığımda  vizörün naklettiği şeydi ilk; idrak. bölüm 2) cengiz devrilmiş yatıyordu  sinekler üzerindeki kana sulanmış  parmağındaki kalınca yüzük  harem'e yuvarlanmıştı yine de acınasıydı bölüm 3) dağlardan inme vakti gelmişti  tehlikenin geçemeyeceği yine  malumdu indiği sabah şehre adımını attığında  kuzey ışıkları altında  vurulacaktı kardeşi  bundan hiç haberi olmayacaktı İhsan'ın o da vakti geldiğinde  indiği seher ufkunda  karakolun deposunda  çürümeye başlayacaktı bölüm 4) her şeye gülümsemeler iyimser, neşe  hal hatır sormalar, kumar bitmeliydi ceketini aldı ve ilk gölgeye gidip adını tekrarladı; Önal, Önal, Önal, Önal, Önal... bölüm 5) kahvesinden ilk yudumu aldığında  bildirim gelmişti  kendisini değiştirici  olarak tanımlıyordu her şeyi  değiştirme kadersizliğine...