Altın Zigana
Askıda kemer
Dünden kalan yaralar
Kurumuş kanlar
Şekerli dudaklar
Yolcusuz duraklar
Pembe binalar
Kırmızı bulutlar
Mavi kaldırımlar
Sırtımda kabuk bağlamayacak yaralar
İçin dışa tecavüzü
Gebe bütün düşünceler
Dayak yedim RA!
Neredeydin de
Görmedin beni
Ve ne bu rengarenklik
Ahanda burada gözyaşı damıtırken bir simyacı
Ve ne bu gevezelik
Silah sesleri teğet geçiyor yıldızları
Ve uzayda tekrar edip duruyor
Uyuyamıyorum
Gözlerim yok
Uzanamıyorum sırtım kanıyor
Gümüş testilerde yorgun kelebekler
Kırık testilerin berrak suyu
Kaplanın azı dişine dokunduğunda
Ezan okundu
Susuldu bir müddet
Ben hala yanıyor ve yanıyor ve
Yanıyordum
Tanıyordum artık bir şeyleri
Ve anlıyordum
Bunca renk cümbüşünün sebebiydi
Gözyaşın
Durmak bilmez ağlayışın
Öyleyse
Zinadan önce ağlamak haramdı artık bana
Şaraptan önce insaniyet haramdı artık bana
Bu
Muydu
Yani
Dünyanın karanlık yüzü
Yüzsüzlük...
Dünden kalan yaralar!
Su getirin ve boğun beni!
Ya da boş bir mezar gösterin
Geldiğim yere gideyim!
Aceleyim biraz, biraz da hiddetli
Her şeye
Her şeyin geldiği yere
Olmamış
Ve olamayacaklara
Ve gülümsediğim herkese
Anneme ve babama
Öfkeliyim biraz
Şimdi alın götürün beni
Vicdanlı sokaklara
YER ALTINA!
Kurumuş kanlar
Budalalar ve
Yanaklarının ucu bucağına değen hava
Gözlerinin içinden geçen ışık
Saçlarınla oynayan balıklar
Ellerinin değdiği market poşeti
Dişlerine değen rızık parçası
Dünya
Üç'e mi mecbur
Sen
Ben
Ve budalalar
..
Kurumuş yaralar ve bütün savaş bitmiş
Şimdi kimileri için intihar
Kimileri için yaşamak vakti
Saçma dünyanın
Akıllıca intihasına doğru
Elini ver
Yeter bu kadar
İntihar!
Şekerli dudaklar
Tam vuslatın en insani tarafına
Erişmek üzereyken kelimeler
Tam susulmak üzereyken
Tam gözler konuşurken
Burunlar birbirine gülümserken
Sırtından
Bir kurşun girdi Ahmet'in
Gövdesinden çıktı
Nur'un gövdesine saplandı
Dünyanın en suskun çığlıklarını
Hissetti katil
Nur ve Ahmet'in
Dudakları
Birbirine kapanmıştı
Acı bir şekilde
Şekerli dudaklar ve ölüm kokusu
Ve son nefesler
Ve kırmızı
Mermer...
yolcusuz duraklar
enfes biçimdeki ruhları
konuk ederken kendine
yumuşak bir ses duyulur
gökten arza
sonrasında büyük şiir kitapları
madenlere gömülür
sonrasında
yalancı aydınlık işler tabiata
yalancı tebessümler
yalancı adımlar...
yolcusuz duraklar
ve ruhlar
bıkmış solukları izlerken
Ah diye inliyorlar
şiir kitapları gömülürken
madenlere
çekip gitmeye davrandılar
her ne kadar kötü olsa da zamanında
yaşadıkları hayat
görülmesi ve yaşanması gereken şeylerdi
ve bu kötülükleri
hayatın doğasını
yalancı bir aydınlıkla kapatmak
AHMAKÇAYDI
gittiler..
yolcusuz duraktaki ruhlar
Fyodor
Charles, Albert
Oğuz
ve diğerleri
pembe binalar
Karanlık dumanları saklamakta içinde
Savaşların bağrından dönerken
Hiçbir şey
Masum
Müşfik gelmiyor artık
Pembe binalar
Yüreksizler ev sahibi
Gökkuşağı yok
Sen hep beyaz gömlek giyerdin
beyaz diye bir şey yok
Yağmur yok
Tenin yağmurlu bir günü hatırlatırdı bana
Hatırlamak yok
Pembe binalar ve
Zar zor gülen sen
Ciğerlerini sömürmekte olan
Kansere rağmen hem de
Savaştan döndüm sevgilim
Arzın hangi köşesine
Sığındın
Savaştan döndüm sevgilim
Gerçekten sevmeseydim
Ölür gelmezdim
Ama geldim işte
Söyle hangi pembenin
Hangi
Karanlığında
Leyleklere bakıyorsun
Kırmızı bulutlar
Doruksuz hayaller ve
Çölün vahşi tilkisi
Gökyüzünü yaran melek
Sevdanın
Kudretiyle şimşekler çaktırırken
Cebimden çıkardığım
Bir paket
Paketten çıkardığım bir dal sigara
Dumanlar rüzgarla
Uçsuz bucaksız nerelere
Nara attığım günler
Suskunluğa susamış
İçimde artık bütün çürükler
Beyaz diye bir şey yok
Sadece kırmızı var
Kırmızı bulutlar
Al al yüzün
Kandan dudakların
..
Sadece kırmızı
Bak şu manzaraya
Kim var orada
Kim niçin var
Kaç yıllık hükümdar sağ kaldı şimdiye kadar
Ve lisan
Ölü çiviyle çakılmış tabutları
Ölü denize
Taşımakta
Kim farkında bunun
Yolcusuz duraklardaki ruhlardan başka
Ah
Ağlama ve gülümse bir kez
Ah
Çık karşıma belki ağla
Ah
Ol bir kez, bileyim varlığı
Lisan
Tetiği çekmek üzere
Yanımda kapağı açılmış bir tabut
Vuracak beni
Ölü denizde
Yaradana kavuşmam için
Ah
Çıkıver şu köşeden ve
Ne yaparsan yap
Ama
Öldürme beni
Hareketsiz dilinle
Bak
Cesedimi taşıyacak kimse yok
Öldüm belki çoktan
Damarlarımdaki hasta alyuvarlar yüzünden
Yine de gel şuradan
Ölümü öp
Bu son isteğim
Bu da olmasın mı RA !
Mavi kaldırımlar
Olası savaş sirenleri
ağız dolusu yara
ve sararmakta olan
güvenler
bir oyun içerisinde
sallanıp durmak
kaplanın altın gözünün
güneşten daha sıcak
yeryüzünden daha berrak olduğunu bilmek
ah mavi kaldırımlar
ütopyanın
altın kestanesi
özgürlüğün beklenen intihası
şimdi adımlarının
aydınlattığı şu karanlıkta
görebiliyor musun
mavi kaldırımları
yoksa gözlerim mi
yalancı
bir oyun altı üstü toplasan
beş para etmez
sadece viskiler ve
koyu barlar
dışında hayat
yabancı
gerçeğin salt
damgası akarken çeneden aşağı
gerilmektedir ipler aslında ruhun
boynunda
işte gerçek
işte
gerçeğin ışığında olmayan
mavi kaldırımlar
ve olmayan adımların
ve bıkkınlık
bi tane daha şimdi
doldur
maviler saçan barmaid
bu son hayaldi
ve RA!
kaç savaştan sağ çıktığımı bilmiyorsun
ahmaklığın yüz karasısın çünkü
ve ÜTOPYA!
ne kadar alaycı
ve oldum olası küfürbazsın
gümüş tepsilerde
altın ziganalar sunarsın
gerçeğin coğrafyasına
ve OLMAYAN!
saatler ölüme gebe
sırtım kan ve revan
budalalar ve sensin dünya
ben ölü
askıda kemer
gidilmeyecek artık hiçbir yere
vicdanlı sokaklar ve yer altı
ruhların barınağı
artık yerim orası
derler bana orada
yolcusuz durakların bekçisi
pembe binalar
kuru tebessümler saçmakta
boya hep yüzünü ve
umutsuz bakışlarını gizleyen
gözyaşıyla temizlenen
kırmızı bulutlardan
rahmet bekliyor
hasta yataklarının
hükümdarları
elde kalan onlar için
doruksuz hayaller
ve tabutlar
mavi kaldırımlar
gözlerimin önünde
gel artık
varlığı bileyim
bunca sürgün olmuş satırların ardından...
şekerli dudaklara
hep göğü öpmesi dileğiyle
tabiattan uzlet olmuş mağaradan
sevgilerle.
Yorumlar
Yorum Gönder