Kayıtlar

Ağustos, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kanadı Kanatlar

ambarın kırık penceresinden göğe kayar bakışlarım YİNE haspalar en büyük depremleri kıçlarında hissederken yüreği buruklar tavan arasındaki örümceğin kutsallığını filizlendirirken akıllarında aklım nice halin niteliksizliğinde gezinip durur YİNE ve haspalar kaderimin iyiye gidiş tabelasını kemirirken kurumuş bir gölün ortasındayım, yönsüz.. tonla yük dolu boynum bükülmekte usta ayaklarım adımdan aciz duman soğuk, ölümün esrarengiz yörüngesi sis çetin, ıssızlığın gölgesi o yabanıl dağılsalar yüzüme vuracak aydınlık parıl parıl şakıyacağım hiçlikte. hiç! ve içkiler kangren olmuş dertleri söküp atar gibi işlevsel ılıklığını konuştururken biliyorum son nefesi vermedikçe hiçbir şey sıra dışı iyiye gitmeyecek olabildiğince bedbahtlığa doğru gidişimin bilmem kaçıncı yılında yıllanmış bir şarap belki kesip atar gerçekten kangren olmuş acılarımı yüreğimden ve dumanlar kursağımda kalan cümlelerin, kursağımda kalan nefeslerin üzerini örtmeye çalışırken ölü gibi kokuşmuş geleceğimin kifayetsizliği...

ahanda, değişen.

ben biraz ölüyüm geriye kalanım da mahmurdur ziyadesiyle damarlarımda meşhur bir yazgı akar değişen acının değişmez, eksilmez olduğuna inandığım anlardır sadece ben biraz ölüyüm kalanımı da hatırlamam genelde çattığım dağ, ilk ışık, ilk uyku, işte şimdi yürüyorum dimdik, şimdi de gözümden yaş geliyor, ahanda işte ilk düşünce: diğerlerinden farklı.

bu.

adamın bir köşesi vardır bir sapağı hiçbir savaş öldüremez bu adamı köşesi olan bir adamı sadece cennet öldürür benim bir köşem var gerdanlığımdaki cesetleri oraya bırakırım benim bir köşem var döndüğüm döndüğüm anda namluyu alnıma savururum ama ölmem, öldüremem kendimi kimse bilmez bendeki bu gözü durgun suda yıkanan efemineler kadar masum görünür yaşantım bilirim bilirim döndüğüm anda namluyu neden alnıma savurduğumu: kalınca katliam çıkaracaklar için kaçmak en büyük erdemlilik.

Rüzgarın Tersine

damağımda hissediyorum tonla yük her gün milyon tane güzelin yürüdüğü caddeden geçerken gözüm içe devriliyor geçip giden olmayı benimseyip  aslında köşe başında ölmeyi bekleyen, arzuyla kanserin ahmakça sancısı geçip giden olmayı benimseyip bakışın artık bakış değil kaygan ve anlatılamayan hiçbir zihinde de canlandırılamayan o, oradaki görülmeyiş, varlığın sorgu odasındaki hazin teri öğretiye kavuşma anında kendimizin hepimizde gördüğü o, rüzgarın tersine kısık bir bakış. istediğin değilsin, olmak istediğin bir o yok, olmak istememişsin ama aması sadece bir bakış olarak varsın o, milyonlarca güzelin bir günde eridiği caddede bir bakış, bazen içe doğru bir bakış. acı dolu anların yokuşu caddeler bir şair ona armağan olmuş kitlesine bir armağan olarak bahsediyor köşedeki söyleşisinde yaşamdan hep intiharı. hep intiharı ittim. o yokuşta.

İkizimin Karnımdaki Uykusu

ne olduğu anlaşılsın diyor hani boynumuza zincirlemiştik hayamızı çekip gideceğimizi duymuyor musun sakınsak dahi her şey perişan, şaşılacak ölüm de kalmadı gelen an değişmeden sürüp gidiyor hani ne olduğumuz anlaşılsın ben merak etmiyorum bunu bu gereksizliği bitirebilmenin peşindeyken. bekliyorsak, bitsin hemen arıyorsak, bitsin hemen düşünüyorsak, bitsin hemen bitsin hemen çünkü sesler gitgide yakınlaşmaya başladı yergiler boşboğazlığa evriliyor- gereksizliğin son noktası aşkım en iyi sen biliyorsun bilmek, bitirecek mi bizi? oh. evet kıvrılıp uyumaya devam ediyorsun bilmek bitirmeyecek bizi sen de bu evrimin hain bir parçasısın! evet, kırk bin satırı geçmiştir düşündüğünün kırk katı kırk hamal yükü kırk diyar hıncı kırk ölüm acısı kırk beygir uluması evet, öfke bu evrimin hala kanayan yarası! ikizimin karnımdaki uykusu koyu bir ayırdın kana karışmasıyla bozuldu, ben bu gereksizliği bitirebilmenin peşindeyken.

Cayan Çocuğun İfadesi

reddin her şekilde yansıdığı yansıyarak kabardığı  işaretlenmiş.  lanetlenmiş. çağın. çekilin, çekilin nefesime batıyor  —hayır ki bu nasıl oldu? caydırıcı olan dışarıdan değildi hiç tarih bunu yanlış anladı, tarihi zihinlerimiz caydırıcı olan caymanın kendisinden ziyade onu doğuran zihindeki cayma isteği —caymak istiyorum tanrım, olur mu? büyüyen gidici bir hal alıyor içimde tarih bunda hiç şaşmadı bunda övünülecek, övülecek bir şey yoktu bir yanımızı karartmaya çalışıyorlar —gözlere inanmazsın sen, sözlere. dilden taşan istemsizce kontrol kaybı iradenin noksanlığı ve artık, taşırdığınsın istemediğin tarih bunda şaşmalıydı oysa insan üzerini örttüğü an yazılmıştı her şeyimiz şimdiki tek eksiğimiz bunu inkar edişimiz —hayır ki bu eksik, her şeyi doğurdu. reddin ışığı  sorgunun kendi kafasına sıktığı yansıyan kötülük şimdi ne için yaşanılabilir ki burun başka bir burundan soluyorken —nefesin dahi senin değil, tarih baştan da yazılmayacak. ifade; güç bir çocuk doğuruyo...

Yargına Kavga

yangının yıllanmış, durağan, umursanmayan mahalli: ısırganların yavaştan döneldiği kırgın bahar akşamlarında düşman bekleyen bilenmiş bileklerin camdan yumrukları volta gezen cumba ahalisi, her birerinde intihar misli namlu düşman arıyor gözler, huzur bozmuş herkesin arasını kulağın kesildiği yüksek binaların jaluzileri ardına kadar çekili arzulayan bir gelincik, güneşi arzulayan. yoruluyor ikindiye doğru bütün adımlar düş, göze girmeye çalışıyor gürz, namlunun yetmezinde pusuda  ve bir çocuk tahtadan parmaklarıyla orağını biliyor çatlak bir metafor duman, tendeki çatlakların kuytusunda yeni bir salamet bekliyor ne acı tırnaklardaki pas ekine dökülüyor yetim çocuklar yılmasın diye olgun yetimler kendi cumbalarında volta atmakta şimdi, yılan  baygınlığını seher vakti gider bir ardıca asar öyle doğrulurdu güne gelinciğin penceresinden bir yetim başı sarkıyor cumbaya güneş ikindiyi geçmekteyken anan baban benim senin dedi bir deli, deliyi kimse duymadı delinin her sabah gördüğü a...

bir cumartesi

topraklar doğruyorum içimde yanımda bir gök konuşuyor adımlıyorum, öylesine duymuyorum ki bir anne okşamamış gibi kaburgalarımı öylesine görmüyorum ki  kanına sokulmuş bir yazgı gibiyim kükreyen efendilerin bozucuyum. falanın kavşağında serinletirken heyelanımı selamlar duyuyorum bu sefer  kanım kokusunu alıyor kanın hep söyleneni söylüyorum:  tanıyorum seni, öldürüyorum.  bozucuyum. kendimden taşanı kendime katmak için dayanmak neye, hayır bu benim meselem değil mesele, sevicilerin has meşgalesidir. ben sevmem mücadeleleri  sadece  kendimden taşana koşuyorum bir engizisyona asılı septik bir boğayı öpüyorum o anda seslerin yükselişine sağırlaştım ve öylece bakmak  korkusuz olmadıklarına bir işaretti sadece. it gibi. it. kıralım tabutların yere değmez şöhretini ağırlaşan bir don oluyor süreklilik benimle taşlaşan ne vardı?  umruma dolan toprakla  ölmemiş miyim?  nerede kararım, güneşim o haz nerede! duyulandan taşan sığlık ağırlaştırıyor ...