bir cumartesi

topraklar doğruyorum içimde
yanımda bir gök konuşuyor
adımlıyorum, öylesine duymuyorum ki
bir anne okşamamış gibi kaburgalarımı
öylesine görmüyorum ki 
kanına sokulmuş bir yazgı gibiyim kükreyen efendilerin
bozucuyum.

falanın kavşağında serinletirken heyelanımı
selamlar duyuyorum bu sefer 
kanım kokusunu alıyor kanın
hep söyleneni söylüyorum: 
tanıyorum seni, öldürüyorum. 

bozucuyum.
kendimden taşanı kendime katmak için
dayanmak neye, hayır bu benim meselem değil
mesele, sevicilerin has meşgalesidir.
ben sevmem mücadeleleri 
sadece 
kendimden taşana koşuyorum

bir engizisyona asılı septik bir boğayı
öpüyorum
o anda seslerin yükselişine sağırlaştım
ve öylece bakmak 
korkusuz olmadıklarına bir işaretti sadece.
it gibi.
it.

kıralım tabutların yere değmez şöhretini
ağırlaşan bir don oluyor süreklilik
benimle taşlaşan ne vardı? 
umruma dolan toprakla 
ölmemiş miyim? 
nerede kararım, güneşim
o haz nerede!
duyulandan taşan sığlık
ağırlaştırıyor soluğumu
kolay değildi tanımak ve ölüm
ölümüm.

bunu sese söyledim
serzenişle, yırtarak nefesimi
mavinin geçmediği bütün yaraları tekrar yararak

ses:
hepsi bu,
geçecek. her zamanki gibi.
çöle sor. 

çöl,
saçma şiirler okudu. 

çölü öldürdüm.
gök yanımdaydı. 
artık bir yazgıdan daha korkunçtum.
bir belirleyiciydim, bir yargıç.
beterdim artık korkunç.
ama koşmalıydım 
koşmalıydım daha 
daha korkunç olana.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sü Sessiz Ölüm

Bir Şarkı Olsam

İkilem, Yanılgı ve Öylesi