Son Günaydın - HANK! VII.bölüm

Zamanında bahtiyar anlarım vardı
Ve yarım saat önce de
Bu bahtiyar anları bana yaşatan kadından boşanmıştım
Fikir birliğine varmıştık sonuçta ama duruşma salonundan nedense buruk çıkmıştık
Yüzünden okunuyordu burukluğu
Nedense bende de böyle bir hal vardı
Belki de biz gerçekten birbirimizi sevmiştik "zamanında".
Ama o sapıtmıştı.
Ben onunla şiirlerimi süslerken
O da başkaları için süsleniyordu
Biliyordum, duyuyordum.
Ama nedense bir şey diyemiyordum.

Sanki beyin damarlarım tıkanmıştı ve verilmesi gereken tepkileri veremiyordum.

"BUYRUN HANIMEFENDİ ÖNDEN SİZ GEÇİN"

Onunla metroya binerken karşılaşmıştım. En sona kalmıştık ve metro tıka basa doluydu - her zamanki gibi -. İstanbul kalabalığına yakışmayacak bir nezaketle "buyrun hanımefendi önden siz geçin" dedim.
O da "beyefendi önden siz geçin." dedi. Sonra iş ısrara bindi. Metronun kapısı kapandı. İkimiz dımdızlak kalmıştık. Saçmalık. Metroya yetişeceğim diye koş, turnikeye söv, üçer üçer in merdiven basamakları.. sonra bir kibarlık şovunun kurbanı ol.

Allah belanı ver...sinkafkeftir bu gözler ney lan böyle. Hayır sana nezaket göstermeyeni Allah çarpar duygusunun esiri oldum gözlerine baktığımda. Tirşe rengindeydi gözleri.

Eminim ki kendisi gözlerinin ne kadar güzel olduğunun farkında değildi eğer durumun farkında olsa aynadan gözlerini alamazdı. Tabii bütün bu düşüncelerin aklımdan geçmesi dört buçuk saniye falan sürdü. İçimden bu kadınla çok uzaklara gitmeye başlamıştım bile beşinci saniyede. Zaten film kopmuştu bende. Hiç yapmayacağım şeyi yapıp tanışma merasimini başlamıştım. Falan filan işte. Daha sonrasını anlatmaya gerek yok*.

"BEYEFENDİ BİZE OYUN OYNUYORLAR KENDİNİZE DİKKAT EDİN."

Malum zatı muhteremle evlendik. Beş senedir de bir şekilde yürüttüm içimdeki sevgiyi. Ama eşimin patronu orospu çocuğunun tekiydi. Zorla oraya buraya gönderiyordu..ya da en meşhur pavyonda kiralıyordu eşimi -Allah belamı versin hala eşim diyorum-. En yakın arkadaşlarım tek tek ihbar ediyorlardı durumu bana. Eşim nereye giderse gitsin onlar da peşinden gidiyorlardı. Evet aynen böyle. En yakın arkadaşlarım da orospu çocuğuydu. Hayatım orospu çocuklarıyla döşenmişti. Ben de bu duruma altı ay sabrettim nedendir bilinmez.

Gerçekten niye sabrettim ki ben? Bu bizzat kendime ettiğim dosdoğru küfür. Neyse artık bitti. Boşandım.

Duruşma salonundan çıktığımızda eski eşim yanıma geldi ve kulağıma eğilip o muhteşem ötesi berrak sesiyle , antarktikayı eritecek muazzam sıcak nefesini de işin içine katarak "beyefendi bize bir oyun oynuyorlar ne olur kendinize dikkat edin" dedi, dedi ama ne alakası var şimdi bu söylediğinin senin güzelim dudaklarınla?

-Ne demek istiyorsun sen ?

+Bilemiyorum orasını da sen halledersin o belgeleri, neyse kendine bundan sonraki hayatında dikkat et.

Sesini bilerek yükseltiyor gibime geldi ama.. belgeler de neyin nesiydi? Birilerini kulağıma söylediği sözlerin devamını söylediğine inandırmaya çalışıyor gibi davranıyordu.

- Açık açık söylesene ne demek istiyorsun?

+ Dedim ya işte. Ben anlamam o işlerden, bana son bir iyilik yapıp belgeleri sen hallediver. Bu aralar işler yoğun.

Yine aynı şeyi yapıyordu , sesini yükselterek konuşuyor , konuşurken de etrafına göz atıyordu. Tekrar kulağıma eğildi :

+ Büyük bir oyun bu. Herkes bizim ayrılmamızı istiyor. Herkes. Tek bir iyilik yap ve o ilaçtan içme. Ne olursa olsun. Beni seviyorsan, bunu bütün bu yalanlara rağmen yapabiliyorsan.. senden bir söz vermeni istiyorum.

- Ne sözü?

Fısıldamayı bırakmıştı, sesini yükselterek:

+ Belgelerin önemli olduğunu sen söylemiştin. Bana kalırsa bir kaç ay bekleyebilir. Ama önemli olduğunu söylüyorsun madem ne olur beni karıştırma bu işe karıştırma..

Düpedüz saçmalıyordu. Ama bana da malzeme çıkıyordu. Gözlerim güzelliği karşısında eriyebilirdi. Onu beş yıldır ilk defa tiyatro yaparken görüyordum. Hem de ilk sıradan. Yetmiş beş santimetre.. bütün büyüyü bozup yine kulağıma eğildi :

+ Sakın o ilaçtan içme, sakın.. şimdi söz ver bana.

Sen iste ben içmeyi bile bırakırım, diyemedim.
İlacı içmezdim tabii ama neden, sebep, niye?


- Tamam, söz. Seni bu işe karıştırmayacağım. Belgeleri tek başıma hallederim ben.

Dedim aynı onun yaptığı gibi tiyatro havasında. Ama onun kadar iyi rol yapamıyordum. Ben muhteşem değildim. Belki de muhteşemdim duruşmaya kadar. Bilemiyorum. Ama şu an eminim ki ben kırk beş dakika evvel bir muhteşemden boşanmıştım. Kulağının dibine götürdüm dudaklarımı :

- Neden peki?

+ Bazı soruların cevabı sır olarak kalmalıdır. Ben nedenini biliyorum. Mezara kadar da sadece ben bileceğim. Bazı hikayelerin muhteşem bitmesine gerek yoktur. Ama her hikayede muhteşem insanlara ihtiyaç vardır ve sen benim tanıdığım en muhteşem insansın.

Durdu. Fısıldamıyordu. Yetmiş beş santimetre önümden yüzüme bakarak söylemişti bu sözleri. Konuşma sırası bende miydi şimdi ?.. Sanki dilim damağıma öylece yapışmıştı ve kalbim de küt küt atıyordu. Dilimi yerinden söktüm:

- Be..benn..benim de hayatım da ggör.. gördüğüm en muhteşem insan sensin. Daha doğrusu hayatımda gördüğüm tek muhteşem insan sensin.
+ Eve mi geçiyorsun ?

- Evet, sen?
+ Buradan çıkınca düşünürüm.

Çıkışa doğru yürüdük yan yana, konuşmadan. Sadece kalabalığın ayak seslerini dinleyerek yürüdük koridoru. Çıkış kapısının önünde ikimiz de durduk:

- Hanımefendi önden siz geçin
+ Beyefendi lütfen önden siz buyurun

- Bir kere de aynı anda yapalım şu işi ne dersin?
+Bir deneyelim

Çıkmıştık ve güneş ikimizin de gözünü kamaştırmıştı. Nedense ikimiz de aynı anda birbirimize bakıp tebessüm ettik.
Oyun değildi bu tebessüm, emindim.

(Adliyenin önünde uzanmış uyuyan köpeklere şöyle derin derin baktı. Sonra sevmekten vazgeçti herhalde. O köpekleri severdi. Ben pek hoşlanmazdım. Tek sevdiğim köpek , Hank'ti. Muhteşem eşimin sekiz ay önce dört tane aşağılık tarafından öldürülen köpeği. Hank bir yolunu bulup zincirlerinden kurtulmuş ve bir arabayı çalmaya çalışan dört orospu çocuğunun üstüne atılmıştı. Silahlarını doğrultmuşlar. Dört kişi, dört kurşun, bir ölü köpek, bir çalınmaktan vazgeçilmiş araba...)

Taksi durağına kadar yine konuşmadık. Sanki tekrar bir araya gelecekmişiz gibi fazla veda cümleleri kurmadan ayrı ayrı yönlere doğru yol aldık.

( Sesler geliyor, başım da ağrımış neler oluyordu böyle.. menemen mi bu kokan ?
....And all these motherfuckers want a relapse... bu saçma sapan şarkı da neyin nesiydi ? )

- Ahanda uyan kahvaltı hazır.

+ Sayınım...

- Hadi kalk, yarım saattir seni uyandırmaya çalışıyorum. Şarkı açtım ona da uyanmadın bir türlü. Terledin mi sen? Bak bu yedi oldu. Yedi gecedir ne tür kabuslar görüyorsun sen?

- Anlayamıyorum ki Sayınım, hiç anlayamıyorum. İnşallah devam etmez artık. Kabuslar insanı yoruyor. Tam kabus da sayılmaz aslında.

+İnşallah diyelim. Hadi sen çayları koy yavaştan. Ben de masaya kahvaltılıkları koyayım.

- Tamam Sayınım.

+ Ahanda şunu da unutma, rüyalar birer hikâyedir kabuslar da öyle. Ve bazen sonu muhteşem bitmez. Ama eğer o insanlar senin rüyana girmişlerse bir şeyleri çok muhteşem yapmışlardır. Ya da onlar muhteşem varlıklardır. Ama mutlaka ve mutlaka her hikâyede muhteşem insanlara "ihtiyaç" vardır.

- Ve Sayınım

+ ve...

- Siz benim tanıdığım en muhteşem insansınız.

+ Sen de benim için.. sen de benim için öylesin...

- Çayınız nasıl olsun Sayınım?

+ Biraz gerçekçi olsun Ahanda, biraz demli olsun yani.

(Bıyık altından güler)


*bölüm 37'de.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Benim Bir Alayım Yok II

légion d'honneur

Mühür