Hipodrom
hipodroma dört saat kala;
içimdeki sessiz bekleyişe
kulağımı dayayışımın altıncı terfisinde
akıp giden zamanın peşi sıra
tükenen hislerin de kazıyordum mezarını
geriye dönülmez bir yaşamaksız
bütün bunların en azından bir süre daha
devam edeceğini düşünerek
sürüyordum kelly'i
alışveriş yapmalı ve zoraki tükenen ömrüme
destek olmalıydım
biraz daha gaza bastım
en yakın market yedi kilometre ötede
kendi halinde bir yerdeydi
hipodroma üç saat kala;
daha net olan her şeyi sahiplenmeye başladım
somutlaştım ve
hayallerimin leşlerini balkona serdim
tabii bunlar birden olmadı
kırk üç sene geçmesi gerekti
dünyayı gördüğüm andan sonra
hipodroma iki saat kala;
zoraki ifadeleri kendime gard edinmekten de vazgeçtim
bağlarımı kestim
diyalogları bitirdim ve
kendime yetmişlerden kitaplar aldım
geldiğim yerden fazla uzaklaşmamalıydım.
uyum sağlamak benim için
kusurlu varlıkların işiydi
benim nihayetim bunun tam tersine
en azından yakın olmalıydı.
hipodroma bir saat kala;
otelin güney tarafında tutmuştum odamı
yerel halka özel bu yarışa
en dinç düşüncelerimle katılmalıydım
sağ kalan düşünceler..
ve onlar atlarla birlikte harekete geçecekler.
düşüncelerim böylece kavuşuyordu kağıda
bir namlumun ucuna muhtaçtılar
devinime, momentumun kırılgan diyalektiğine
pazulara, hıza, yelelere, kişnemelere/
uyumalıyım.
hipodrom;
bu edebiyat silsilesi
kimseye avuç açmadan
tek bir hasene dahi ummadan
altı yanar kaynar kazan
çelikten ceketle
çoğu kış günlerinde olmak üzere
ilmek ilmek meydana gelmeliydi
öyle de oldu.
dahası da olmalıydı
daha saf, daha gece, daha katı belki de.
Yorumlar
Yorum Gönder