Kayıtlar

ah, ahanda!

benim kıymetimi ben öldüğümde anlamamışlardı, bir başkası öldüğünde başıma üşüşmeye başladılar. kıymete binip dört nala yollanan şu canımın yine umurunda değildi hiçbir şey. ama 8800 kiloluk bir darbe olarak var olsaydım şu gezegende çok daha insancıl davranılabilirdi bana. ben bunun adına ürkek çaresizlik derdim öyle bir şey olsaydı insancıkların yüzlerine bakıp.  çaresiz kimseler her şeyi söyleyebilme kabiliyetine sahip varlıklar olmaktan sıkıldığı anda bir şeyler değişebilir mi? evet, belki kendimi uyuduğuma ikna edebilirsem uykusuzluk çekmem. arzunun sonunda karşılaştığım şey bitmeyişi fark etmek oluyor, bir bitmeyiş ama önceki anların seslerinin kayboluşa doğru evrilip bir boğum haline gelmesiyle aslında boğazımda olmayan bir sicim tarafından boğuluyorum. eğer kendimi bir şeylere inandırabilirsem, aslında inandırıyor olduğumu fark ettirmeden kendime; yaşamayı sezebilir ve bütün kabiliyetlerden arınabilirim. benim bir kıymetim mi vardı ki? ey bir başkası! dirilmeyi umut eder mi...

ahanda'ya

Turlayarak köpürdüm Piştim de anladım Hissizlik, hislere tahammülü olmayan bir evrende Çağ atlatır insana Ve bilir hissizler Hissizler bilir ancak yokluğu Köpüren benim kırmızıya çalınca Öyle yalnızlıkla doldum ki Hayır, bir kefene sığmadan önce Kıyamet olmak istedim "Kum tanelerinin ardında deve gördüm Geriye meyilli ve dili kurşun geçirmez Hissiz deve Okşadım varıp yanına toynaklarını Gök görse beni ah o an Haya eder Sırtladım hayvanı Belimin canı da dahil katlettim tüm konuşanları Bütün savaşlarda indirmedim sırtımdaki deveyi Biliyorum çünkü Biliyorum. Turlayarak köpürdüm de Genzimde tortular, İnsan etleri.. Savaşlardan hatıralar! Değdi mi Mez mi Dile geldi hayvan: 'Yeminimi bozuyorum, anladığım kadarıyla bir ölü dolanıyor damarlarında. Ve etrafında toynaklarım etmeyecek ruhlar. Suskuyu intikama evirmişsin. Dehayı solundan sağına gecelere vermişsin. Korkacağın yerde köpürmeye başlamışsın. Nitekim hiddet denilen kalkış seni sen yapmış. Ola ki tekrar dalarsın tasavvura sana h...

Yine

eskiden gelen şarkılar baş ucumda şimdi hayalini kurduğum körfez binaları inancın lükse dönüşme kavşağı ve yıldızlar umutlu kuşlar gözlerin eski yaşantılar şimdi rüyamda pont des arts'da kilitli kaldık sadece gözlerin sarhoş şairin olasılıklarını kaybetmiş satırları arasında geziniyordu en son karşına oturduğum vakitte elzem olan susmaktı konuştuk bozduk büyüyü etrafa baktık bakmadık kahve ve tirşe gözlerimize o zamanlar kimseyi gömmemiştim daha mutsuzdum ama gülüyordun gerçekleri konuşmamıştık çünkü hiç konuşmadık hiçtik aslında toplasan gerçek şuydu ki sokaklar boyunca gün batana ve tekrar doğana kadar durmakla ve yürümekle geçirdiğim zaman kadar düşünüp boğuyordum kendimi sevdanın arşın arşın ördüğüm çıkmaz yolunu tepetaklak edip altında kalmak içinmiş meğer bunca tahayyül başka bir şey değil şimdi diyeceksin çıkıp gel olmayacak öyle bir şey olsa da.. öleceğim tutar gelemem her şeye rağmen yine gelirsek bir araya herhangi bir gezegende.. sen yine şarap söyleyeceksin kendine ben ...

Antikadaki Demirci

hayır bugün olmayacak yapmayacağım bunu, kendime bunu yapmayacağım esintiye vurgun bedenimi bir kez daha bu hastalığa kurban etmeyeceğim hayır dayanıksız ve çelimsiz kurumuş ve kanı oraklarda akmış şu ruhumu hayır, hayır, hayır bu hastalığa kurban etmeyeceğim her gün yaşamayacağım işte bugün son olacak, bugün son, sonun sonu, her gün olduğu gibi içimin alfabesi yan yana geldiğinde tutulurum öylece ve dinlerim dinlerim ama uzatamam elimi söylenene kemente, jilete, urgana, sehpaya, ışığa kıyılmışa kıyamıyorsam sadece sözler, sadece sözler işte bana sokaklardan, mesnetsiz camialardan kalan gözümün önünden geçen her insan benden mesuldür! hadi tutuşalım ve bana söyleyin: ama yok, hayır. bu girdaplar silsilesi hani alınan ve verilen soluk hani işte yaşamanın mucizeliğindeki keyifli kederlenmeler siz, hepiniz onlardansınız gözümün önünden geçen her perşembe benden mesuldür siz değil Kıt'a dur.

Kaftanından Taammüden Soyunan Kanatlı

Tanrım beni sal kendimden Köpükten tasmalardan salınayım ucu bucak Hayır hayır Bana değil bunca kalabalık bunca ses Nihai intizam ve intikam yeminleri Kıvrılıp geceleyin Ezana direnen bir inanç olmak hiç, hiç bana! Kepenkler Dokunmayan, sinmeyen bir nefesin Çığlanamayan büyüsü hiç, hiç bana! Katlenecek yol, hayale demir atan mevzi Sızlatıyor taburlarımı Eskici topluyor cesetlerimi, Yaraya hiç, sofraya meze olmak işte İşte benim kendimden çıkma yolumun Düşünülmüş, yaratılmış, mutabık iptidası Bu muharebedeki hiçbir mühür olağan gelmiyor bana Ellerime tütünden yaralar konuşlanırken Konuşmanın, susmanın, orada o anda durmanın ya da koşmanın Anlamsızlığı çarpıyor yüzüme kalyon ağırlığında bir yumruk! Evet evet Oldu Bir kuşun bana direndiğini hissettiğim! O gülümsediğin yaşam ben olam! ve o cellat! ben bu çarkı yerinden oynatamamayışıma öfke duyacak kadar inanmadım inanmadım çünkü inancın da elimden heba olarak ayrılmasını istemeyişimden /altı sene oldu yerimden intihara kalkamadım daha aci...

Kan Ölmeden

ellerime kanıyor tuttuğum şu yüzyıl bir bahçeye açılan toprağın altına serdiğim kumaşları soldurtuyor yavaştan oysa en büyük hatamızdı kendi gücümüz, kendi gücümüz, kendi gücümüz kendi gücümüzden güdülenememek ne olurdu tahtadan bir tahtta eminsizlikten kıvranmak şimdiki hale tecavüz eden tahzenler nispetince? evet tanrım duyuyorsun beni, bu matematiği gerdiğin evrendeki sessizliğin içinde çürüyen bir ses evet, benimki o, benim sesim evet tanrım duyuyorsun beni benim canımı sıkan da bu inanmanın içinde barındırdığı belirsizlik olmasaydı hani gri olmasaydı inananların bir tanrısı olmayacaktı evet, şimdi konuşabilirse topraktan toprağa kadar avellenecek oranlar? işte çürüyen ses işte yargının soğuk sessizliğini dahi özleten, işte olmayışı karar anının anlardan sıyrılan bir okun gövdeme saplanamayışı! ellerimdeki kan benim değil benim olmayacak lakin mesken bilecek ellerimi ölmeye/ kan ölmeden öpüyorum onu damlalarından kendime yeni bir dil yeni bir dudak yeni bir yaşamak yaratana kadar ö...

Balyoz

Geçimi atlatılmış dünü fark ettiğimde Lakinlerle dolu bir huzurla karşılaşmaktan Yoruldum: Demekten de/ Evren serzenişime savaş açtıkça Dikine meyillenen boynum da Söndü artık kurudu artık eğri/ Burkulmaya fırsat bırakmayan bir materyalliğe soyunan mızraklarla: anlam Geliyorlar üzerime Gard diyorum hep Gardım delik deşik Bütün savaşlarda eksik Bütün savaşlarda yeniden acemiyim/ Yazgı diyorlar yaşıyorum Susku diyorum bağırasım geliyor Gel diyorlar yürüsem önüm Mayıs altına mayın Mevsimler de kalktı lügatten Ah, kelebekler ve insanlık Kaderin paydasında birbirlerine bölünmekteler! Kıstas ve kısas diyorum ben de Hiçbir şey de noktayla son bulacak kadar Olabilir mi şu gök indinde?/ Üzerinden bir yük daha kalkar ırgatın: Gün. Hani bir güneş doğar yirmi birinci yüzyıla: Sıkkın. Cana bir irkiliş nükseder saniye kıvamında: Tirşe./ İndirgenmiş bir yaşam, soluklanamamış bir ciğerle çarpıştığında Anlam imhalanır Demedi babam hiç Ben insanlığa fısıldamak istiyorum, bir filiz: İndirgenmiş bir yaşam...