Kayıtlar

Tarihteki Yerim

İsmail'in boğazına kadar gidip de Acizleşen bıçak gibiyim Gövdemi tutan İbrahim Sevgilim büyütme gözlerini O günden beridir çelimsizin tekiyim 5 Eylül 2020

HANK! - Sen misin?

Evet, Chicago'daydım Fermuarımı çektim ve gazı "dipledim" Şeritleri, ağaçları izledim Klaksonları dinledim Kuşlar ritim tutuyordu Ben "dipliyordum" Zor işler ikili atışlar serçenin Lanet boşluğuna Coplar kötü, bacaklarım ve sırtım ağrıyor Ve polisler ve cezaevleri varken Kim tanrının gölgesi Garsona doğru sürdüm arabamı Sulu viski ve biraz da buz Sırtım ve bacaklarım için Viskiyi "dipledim" Buzu sırtıma ve bacaklarıma Yamadım ateşimle Yine garsona sürdüm koca arabamı Aynısından.. Ve etrafıma bağırdım Aynasızlara da viski ver, susuz Kavga istemiyordum ama onlar İçki istiyorlardı Herkes istediğini almıştı Önüme koyulanı "dipledim" Sürdüm Olası bir güç Üzerime geliyorsa Olası bir içmek eylemi Yapacağım ilk iştir Arabamı asla geldiğim yöne sürmem Ama aşk varsa başka Koca arabamın işlevsel direksiyonu Aşka çevrilir Ve oraya gidene kadar Bir altılık "diplerim" Ve arka koltukta bir daktilo bulunur her zaman Bunun gibi Lanetli satırları düz...

Bir Şey Daha

Elimde yağız bir fotoğraf Sokaklar dolusu yüzlere bakıyorum Ellerimde bir duygu Nereye koyacağımı bilmiyorum Materyalistleşmeye meyillenen kalbim Bağırıyor bir anlamının olmadığını Ama ellerim tutuyor seni ellerim Ve biliyorum gözlerimizin niteliksizliğini Söyleniyorum: Tanrıyı bu gözler mi görecek Şu insanları gören gözler tanrıyı görebilir mi? Herhal ellerim bu yüzden tutuyor seni çünkü Bir çift göze daha ihtiyacı var herkesin Belki tanrıyı görebilmek için Zamanı halis içkilerle bükerken Kadehlerin duyguyla serzenişi nasıl da  Esastı  Seninle benim için Şimdi ne kadehler kader/ Ne kader kader Her şeyin öylesineciliği Geriyor beni Bu yüzden mermiler kolluyorum fikrimde Ellerimde tuttuğum fotoğrafta Gençliğin bir sevda gibi mıhlanıyor yüzüme Ve baktıkça sahiciliğin maddeden ibaret Olamayacağını dinliyorum gözlerinden Bir şey daha var  Bir şey daha Bir şey Bir ..

Elbet

Geceyi isyanla kapatan Gündüzün o hazin dolu yumuşaklığına Neşter kesilen Delikanlılardık biri çıkıp sorsaydı Siz kimsiniz diye Ha yok muydu hepimizin göz gezdirdiği bir fotoğraf Bir çehre mirası Elbet vardı Lakin o fotoğrafa tutunacak kadar Yüreklenememiştik İşte neresi olursa Nereye gidersek İsyanla gidiyorduk ceplerimizde yine aynı neşterler Her gün daha da bilenen Zaman.. darlığını aşılıyordu damarlarımıza Bir görülen Bir yüzyıl sonraki vakte kadar beklense de Bir daha görülemiyordu Üzerinden bombalar geçerken mevsimlerin Lügate yeni şarapneller vurgun yapardı Tasavvur öyle bir mertebeye çıkıyordu ki böylesi anlarda Can kemikten kopuyordu Zulüm.. "Zulüm yüzyıl da geçse dinemeyecek acı" Şarapnelin tekinden okunan cümle Sığmayan gecelerde İncelmesini beklemeden boğumların Çekip gidebilmeyi Yara almadan Hayattan bir arıktan akarcasına masum, dingin Şekilde çekip gidebilmeyi Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyorduk Bütün filmlerden taşarak Amberlerle bir derdimiz yoktu Olası bir ...

Yücelmenin Bahşolunduğu Gece

Soğuk caddeleri bahşetmişlerdi bana yine yine bu oyunda  Ben bir ezber bozan oyunu kurmaktayken kafamda Bahşedilen yer daha önce yüceldiğim yerdi -yücelmenin bahşolunduğu Bu seyir kafama doğru çevriltiyor namluyu  Ellerimde kefenden bir kabza aklımda annemin son sahuru aklımda sondan bir celse ve seni okuyorum:  yavrum gözlüklerini çıkar şimdi sırası değil uzağı görmenin ben yanı başındaki hırkanın yenilenmemiş düğmesi  Artık saatleri geçirme ustalığında başka bir çöl arıyorum kendime kendime başka bir beden oymak ya da  en filizinden yine saatlerin devirdiği aşağılık günlerin konçertosu kafamın içinde çocuğun elinde mızıka aklıma hiçbir şey gelmiyor Hiç dışında Ara dışında Soğuk. Buzlanmış bir kaldırımda ilerlerken bir balık konuyor açık kalmış kanadıma Bu gece de Böyle bitecek, yücelerek.

Şu: Duvar Kırılacak, Duvar Benim

Geceler yarıyor içimi İçimi soluyor duman Günler ölümüme canhıraş sarkıtırken devrimlerimi Bir hayal daha çıkageliyor hatırlanmayan başlangıçtan "Sana dişlerimi gösteriyorum git başımdan Uyandığımda ilk göğsüme vuruyorum ilk cümlelerimi Bana kendimi hatırlatıyorum ki Dağ olan gövde molozlarını yaşamamak için Sana dişlerimi gösteriyorum sakınsana Evvel ve ebet, umacımın öldürdüğü şevk; Ben yaşıyorsam bunu Hala neden ölememekte ısrarcı bu, ben, yabancı Çıkmak istiyorum bütün mabetlerden Omzuma yüklenen soluklara bir omuz değerse Evet yaşamak bir nebze teneffüs edebilir belki Ama asla Ben dişlerimi gösteriyorum sana, Çünkü kıvranamıyorum artık, acı dahi çekmiyorum Elime dokunan, gözlerime yaslanan her "an" İşte anlara değip geçen bir hayat Anların acı yanlarına sadece Beni arıyor musun?" Yalnızlığın beni güçlendirdiği yükseklikte Bir intihar düşüncesinin mükemmil anadolusuna Susamak işine bir son vermekle Muktedir, kaim, fransız Atla, atla, kim? korkma! yalnızlığın ben...

ah, ahanda!

benim kıymetimi ben öldüğümde anlamamışlardı, bir başkası öldüğünde başıma üşüşmeye başladılar. kıymete binip dört nala yollanan şu canımın yine umurunda değildi hiçbir şey. ama 8800 kiloluk bir darbe olarak var olsaydım şu gezegende çok daha insancıl davranılabilirdi bana. ben bunun adına ürkek çaresizlik derdim öyle bir şey olsaydı insancıkların yüzlerine bakıp.  çaresiz kimseler her şeyi söyleyebilme kabiliyetine sahip varlıklar olmaktan sıkıldığı anda bir şeyler değişebilir mi? evet, belki kendimi uyuduğuma ikna edebilirsem uykusuzluk çekmem. arzunun sonunda karşılaştığım şey bitmeyişi fark etmek oluyor, bir bitmeyiş ama önceki anların seslerinin kayboluşa doğru evrilip bir boğum haline gelmesiyle aslında boğazımda olmayan bir sicim tarafından boğuluyorum. eğer kendimi bir şeylere inandırabilirsem, aslında inandırıyor olduğumu fark ettirmeden kendime; yaşamayı sezebilir ve bütün kabiliyetlerden arınabilirim. benim bir kıymetim mi vardı ki? ey bir başkası! dirilmeyi umut eder mi...

ahanda'ya

Turlayarak köpürdüm Piştim de anladım Hissizlik, hislere tahammülü olmayan bir evrende Çağ atlatır insana Ve bilir hissizler Hissizler bilir ancak yokluğu Köpüren benim kırmızıya çalınca Öyle yalnızlıkla doldum ki Hayır, bir kefene sığmadan önce Kıyamet olmak istedim "Kum tanelerinin ardında deve gördüm Geriye meyilli ve dili kurşun geçirmez Hissiz deve Okşadım varıp yanına toynaklarını Gök görse beni ah o an Haya eder Sırtladım hayvanı Belimin canı da dahil katlettim tüm konuşanları Bütün savaşlarda indirmedim sırtımdaki deveyi Biliyorum çünkü Biliyorum. Turlayarak köpürdüm de Genzimde tortular, İnsan etleri.. Savaşlardan hatıralar! Değdi mi Mez mi Dile geldi hayvan: 'Yeminimi bozuyorum, anladığım kadarıyla bir ölü dolanıyor damarlarında. Ve etrafında toynaklarım etmeyecek ruhlar. Suskuyu intikama evirmişsin. Dehayı solundan sağına gecelere vermişsin. Korkacağın yerde köpürmeye başlamışsın. Nitekim hiddet denilen kalkış seni sen yapmış. Ola ki tekrar dalarsın tasavvura sana h...

Yine

eskiden gelen şarkılar baş ucumda şimdi hayalini kurduğum körfez binaları inancın lükse dönüşme kavşağı ve yıldızlar umutlu kuşlar gözlerin eski yaşantılar şimdi rüyamda pont des arts'da kilitli kaldık sadece gözlerin sarhoş şairin olasılıklarını kaybetmiş satırları arasında geziniyordu en son karşına oturduğum vakitte elzem olan susmaktı konuştuk bozduk büyüyü etrafa baktık bakmadık kahve ve tirşe gözlerimize o zamanlar kimseyi gömmemiştim daha mutsuzdum ama gülüyordun gerçekleri konuşmamıştık çünkü hiç konuşmadık hiçtik aslında toplasan gerçek şuydu ki sokaklar boyunca gün batana ve tekrar doğana kadar durmakla ve yürümekle geçirdiğim zaman kadar düşünüp boğuyordum kendimi sevdanın arşın arşın ördüğüm çıkmaz yolunu tepetaklak edip altında kalmak içinmiş meğer bunca tahayyül başka bir şey değil şimdi diyeceksin çıkıp gel olmayacak öyle bir şey olsa da.. öleceğim tutar gelemem her şeye rağmen yine gelirsek bir araya herhangi bir gezegende.. sen yine şarap söyleyeceksin kendine ben ...

Antikadaki Demirci

hayır bugün olmayacak yapmayacağım bunu, kendime bunu yapmayacağım esintiye vurgun bedenimi bir kez daha bu hastalığa kurban etmeyeceğim hayır dayanıksız ve çelimsiz kurumuş ve kanı oraklarda akmış şu ruhumu hayır, hayır, hayır bu hastalığa kurban etmeyeceğim her gün yaşamayacağım işte bugün son olacak, bugün son, sonun sonu, her gün olduğu gibi içimin alfabesi yan yana geldiğinde tutulurum öylece ve dinlerim dinlerim ama uzatamam elimi söylenene kemente, jilete, urgana, sehpaya, ışığa kıyılmışa kıyamıyorsam sadece sözler, sadece sözler işte bana sokaklardan, mesnetsiz camialardan kalan gözümün önünden geçen her insan benden mesuldür! hadi tutuşalım ve bana söyleyin: ama yok, hayır. bu girdaplar silsilesi hani alınan ve verilen soluk hani işte yaşamanın mucizeliğindeki keyifli kederlenmeler siz, hepiniz onlardansınız gözümün önünden geçen her perşembe benden mesuldür siz değil Kıt'a dur.