Kayıtlar

Kızıla Çalan Soğuk

Dizlerim üşüyor, somlaşamayan tüylerim üşüyor Başıma kızıl bir nişan tutuluyor Buna ne denir? Buna evrenin... Biliyor muyuz ki Ama insanın sıfatına bakıldığında, Bir çıban ürür bilmediklerinden de bilicidir o çıban. Yanmış eldiven kokulu durakların Kızıl yağmurlarla cebelleşen! Tanrım bitmişim ben Duyamıyorum, konuşamıyorum söylemleri Ya söylem değiller Ya çok sesli ünlemler.. Kaybediyoruz ünlemleri! Konuşamıyorum: Ama eskisi kadar bereketli olanından değil, Bitmeyen ve duyulmayan konuşmalarımın acziyet okunan taraflarına uyuduğumdan. İçimde tepinen birkaç atom kaldı sadece Sırf bu sebepler ve daha nice eskimiş sepetler bekleyişi kadar müteessir haller neticesinde ayaklanıp tıka basa at dolu bir arza Yanaştığımda Sevilmeyeceğim! Atomik bir imha, kestiremediğim imlalar nispetince! Artık şu diriliğimin kaburgalarından dokuduğum oluşabilmek alfabesinin yok oluşunu izlemek: Duyardınız, duymazdan geldiniz Kendi bildiğimi okudunuz/ Buymuş. Öyleyse, Tanrım yine ve yeni bir evrimleşmeyi cevher...

Ateşlenemeyen Uygarlık II

Bir çiçeğin üzerine konmuşum adımı gazap koymuşlar, her şeye debelenmişim. Çiçek kokmayacak artık. Yönüme bakıyorum, yol kendine yeni bir ayrım bulmuş adı uçurum: yönüm yolunu şaşırmış belki de şaşırmamış kendini uçurumdan aşağı.. evet acı gün: bütün temayül kuşları alaşağı! Bir tanrı ilahisi: şarkı daha yeni başlıyor, Kulaklarımı tıkıyorum, zihnimde hapsolan çığlıklar bir yumruğa kıvrılıp mevsimimi yumruklamaya başlıyor, ve Agnola beliriyor karşımda, beyaz, temiz, pak ama yokluğun cebinden çıkma bu sıfatlar. Bir hayal Agnola, bir zihin. Agnola'nın kalkanı diyor: çığlıklar Agnola'nın kazdığı çukur diyor: çığlıklar Agnola diyor: bedenim, ruhum, sezgim. Ellerimle eşeliyorum toprağı, toprak mayalanmış, kabarmış, canlanmış: toprak bir iniyor, bir kabarıyor: bir ciğer, bir insan, bir varlık gibi, işte Agnola'nın dokunduğu! Buluyorum Agnola'nın rahmini. Şimdi? Agnola beliriyor karşımda, Zihnim tepiniyor yine sesler, savaş sesleri: savaş atları yumruklarken arzı ve tapınakları...

Ateşlenemeyen Uygarlık

Ufukta görünüyor simetriyi geren destroyer: Kalkın salıncaklardan çocuklar bugün kardelen var... Ufukta simetriyi delen on ikinci destroyer gözüktüğünde: Evet, umut safsata doğurganlığına sahip bir akbabaya dönüştü. Altını çizin, çizmelerin altı artık bu medeniyeti hatırlatmak için geleceğe Kalacak -Ancak bu savaşta yürüyebilirse Agnola bağırıyor, peder! peder! nedir bu havanın boğukluğu, şu koşuşturmaca, ah şu boz ayı!? Agnola'ya bakıyorum, gözleri kan, ağzı köpük köpük ruh, elleri yumruk, alnı bir yüzyıla meydan okur biçimde Agnola diyorum, Agnola! Bu bir savaşın başlamadan önceki yüzü.. Agnola elinde bir rahim tutuyor şimdi, Usulca yere bırakıyor kalkanını, Bir çukur kazıyor, büyüyünce hendek olacak Rahmini bırakıyor Agnola çukura, ve üzerini kapatıyor: Peder! Peder, sen savaştan korkar mısın? Korkarım tabi.. sen? Ben korkmam peder, ben korkmam. Yüzüne bir gölge düşüyor adı destroyer menzili Elleri tekrar yumruk Agnola'nın Ve tavanlara dikiyor bakışlarını, evlerin başlarına,...

Benim Bir Alayım Yok V

-değer sanrısı. çağ kaygısı. debelenen aforizmalar ve sofist zannı: artık belki de hiç kimse ölü bir keşin toprağa can vereceğini duyumsayacak kadar eremeyecek. yazık. oysa nice keşler, dövücüler, hırslar, kusurlar sanatın saltanatını yıkıp baştan inşa etmiştir. ama o keş herhangi bir baloya kanalizasyonlardan geçerek geleceği için çağırılmadı ve sırf bu sebepten güncellenen akımlar artık eskisi gibi bir "yıkım değeri" görmüyor; saçmalaşıyor. yayılan ismin altına konulan her şey kıymetli midir? cevabın hayır olması gerekirken, her şey evetleşiyor. işte bu sanatın sanrısı. artık yok olmaya giderken son paslar yapılıyor ve fişeklenemeyen, yerinde durduğunun farkında olmayan zihinler kaygısız bir devinimle keşsiz, güçsüz, bunamış tuvallerin ortasına geçip gırtlaklarını sıvazlıyorlar ve evet fularları da var. baştan yapabilme gücü: tekrar ve tekrar o soğuk suya dalabilmek: ister düşünce, ister varoluş rahatsızlığı olsun böğrüne bir zıpkın gibi dalabilmek. aynılaştırma çağının sur...

Benim Bir Alayım Yok IV

Bir hayal ürünü olarak doğduğum şu mezbahanede benim bütün tanışmışlıklarım da birer kazanın ürünü olacaktır. Kimsenin aynı doğmadığı, aynı yere doğmadığı bir tabiatta bütün aynılaştırma çabalarına direndiğim -ve direneceğim, için ellerim buz kesti, havalar hep soğuktu bu sebepten benim için. Mülkiyet hakları, kira protestoları, darbeler, Mısır şatoları, istihbarat, yıkım, Camus, din avcıları, keriz kapanları, bira kapakları, ceset hangarları, üç beş de yıldız belki bu doyumsuz dünyadan artakalan altı üstü toplasan. Herkesin aynı kefeye konulup biçimlendirilmeye, algılarının sansürsüz yerle bir etmeye çalışıldığı şu devirde kaç tane şiirin bağıra bağıra mayın tarlalarını işaret ettiğini gördük? Okuduk mu ki? Okumadık ki yara almadan duramadık; Bir hayal ürünü olarak doğduğum şu mezbahanede benim bütün tanışmışlıklarım da birer kazanın ürünü olacaktır. Ve evet insanın sığındığı putlar...  " belki bir tapınağa gitmeliyiz sevgilim sabaha kadar orada içmeliyiz başucumuzda bir yangın ç...

Benim Bir Alayım Yok III

mecburen soluyacaktık sözün ensesinde; payın en küçüğünde debelenmeyip isyanı tatmayanları kim muhatap? nihayeti aklının ucundan geçirenlerin neyine saygı duyayım: aklının uçurumunda korkusuzca salınmaya çalışan kişi nihayeti düşünür mü hiç? boşluğun sükunetine aldanıp kendini yaratılmışların içerisinde bir yerde görenle kim muhatap? yerimizden olunmuşuz, geri almalıyız diyenlerin kucağında gövdemin izi kalsın isterim hep.. hem o gövdeden payıma bir onur düşecek, gövdem onurlanacak ve kaderimin mahmuzu olacak, ispata gerek duymayacağım. kaotik çemberler içerisinde çarpmayan, çarpılmayan, çarpmayan, düşmeyen, düşeni görmeyen kimseyle kim muhatap? hem kim bu yalan tasmasını, bu düzlüğü boynundan geçirip de verirse zaten kaderinin eline yaşayışının bir değeri mi kalır: oysa bana sorsan domuzun dahi bir görevi vardır. bu iflasın eşiğine gelmiş oluşumların kemiğe dayanmasıyla birlikte mecburen soluyacaktık sözün ensesinde ki doğan güneşin de, batan güneşin de, parıldayan yıldızın da bir öne...

Benim Bir Alayım Yok II

Bu hayatın bana ait olmadığı gerçeği gibi herkesi kapsayabileceğini zannetmesi de öldürüyor beni. Girmeler ve çıkmalar. Yazgı resesyonunu bekliyorum ve tanrı kullarının tek tek hafızamdan yiteceği günü: işte o anda kudretim bütün misilleriyle çarpışacak ve benzersiz olacak ki bu durumda yaşayacağım işte sadece yaşayacağım.  Yine önceki gibi avangartlığımdan ödün vermeden gururla soluyacağım mel'un havayı. sebep: İnsanın hep bir amaç arayışı ona sadece hayatın bir manası olduğunu zannettirir.. bu durum insanın arayışını bile unutturur. "Doğdum ben, bir amacım olmalı" yoksa ne işe yararsın değil mi? Kendimi bu kadar önemli addetmeden yaşayacağım işte sadece yaşayacağım. Bir amaç sana doğmadığı müddetçe nasıl önemli olabilirsin.. sürekli amaç arayışında olan kimse kendine bu kadar önemi atfedecek cesareti kimden buluyor. Tanrı'dan mı? Tanrı'nın bu insanlarla işi olmaz. Tanrı'nın bu insanlarla bir işinin olmayacağını bu insanların gözlerine baktığınızda anlayabili...

Benim Bir Alayım Yok

hah, gözlerim çekiyor, çekiyor da çekiyor beni  yaratılışı henüz tamamlanmamış fezaya çünkü diyor kadim soluyan; sakınmanız gerekiyor gözlerinizden belaları nedir diye soruyor dillerimiz bela nedir: bela önce yaratılmaktır diyor kadim soluyan. kendimizi nasıl sakınırız ki gözlerimizden diye soruyor dillerimiz. kendinizi aramakla sakınabilirsiniz gözlerinizden diyor kadim soluyan. peki diye soruyor dillerimiz bela sonra nedir: bela sonra yaratılmışlardır diyor kadim soluyucu. dillerimiz isyana kıvrılıyor. dostlarımız, yakınlarımız, ağaçlarımız birer bela mıdır diyor dillerimiz; maalesef diyor kadim solan: gözlerinizle arayın henüz tanımlanmamış ve tamamlanmamış bir başka fezayı şu kendini bilmiş görüp gündüzü ve geceyi doğuran anadandır bela oysa hiçbir şey bilmez şu arzı ve ona bakan semayı görüyor musunuz işte bu aşkın arasındadır bela hah, bakınız has soluyuculardandım ben de şu faniliği hem de bile bile hah, bakınız şimdi solduğumla sizlere kalıyorum  ama yine de söylüyorum...

Son Olacak

yıldızlar tepinedursun benim aklımda hala bir çocuk var yazmayı unutmuş sadece aynadaki kendine bakan gözleri dolu değil olabildiğince kuru aklında sevdiğinin saçları yüreğinde hiç alışamadığı acılar bağırsağında bir hançer hep saplamak istediği kendine bir şimşek havası gökte aziz elmo ateşi sanki ve baygın bir bedevi çölün birinde akına tutsak olmuş bir müdavim bir meyhane girişinde yine bıyık altı acılarını sustururken yağmur başlıyor yavaştan çölde kum fırtınası sadece bira.. susanlar ve hızla akıp giden sele karşı yavan bakışlara sahip olanlar için ve çölde herhangi bir bok arayanlar için de daha fazla kum boğazdan mideye yıldızlar tepinedursun benim aklımda hala bir çocuk var suskun aynayı paramparça etmiş kendi yüzünden çok sevdiğinden kendini aynadaki yüzünü delik deşik etmiş şimdi ağlıyor yüreğinden gözleri hala kuru uzanıyor yavaşça yatağına ve kanıyor tekrar tavan arasına boşluğun o umutlu sesine bir bira daha sakladığı tebessümlerinin sahipsiz kalışına ve acı odur ki ona ih...

Bordo Tabut

sıcak içimler  ve eksikliğin hat safhasında  bir kadın  sigara tutacağından  yirminci yüzyıla savaş açmakta belagatimden yoksun adımlarımın  kışa doğru süzülüşü  sevişmelerin hadsiz savurganlığından  bir kaçış : saf sevgiye amadeliğimin  bir açıklaması sadece kırmızı çizgiler  canımı sıkıyorlar saat gece üç buçuk ve yükselişte olan bir ses beni durdurmak için  süvarilerini çağırmakta çünkü tek olduğumu ve sürekli içtiğimi biliyor o sesin sahibi ikimizde bir şeyler için geç kalmıştık o süvarilerini çağırmak için  ben de tek kalmak için  içkiler ve kara bulutlar  lehimedir anomali soluğumla  kirlettiğim hava marşımı bağırmakta toprağa kokusunu tekrar bahşeden marşım olabileceğim en umutlu halime sürüklerken  tek istediğim şey  güneşin günümü mahvedecek kadar yükselmemesi birkaç saate soğuk bir içimle  uyandırıyorum kendimi  tekliğimi lanetlemeye çalışan bir kadının  hülyasından  ve devam ed...

Heylana

Güç Gözlerimden içeriye akıyordu Ciğerim yanıyordu ama Gülüyordum bir şekilde Güç Benden içeri akarken Aklımdan geçenleri not alıyorum Özellikle yedi aydır Yazdıkça hiddetim bir aygır gibi Yasla koştu dört nala Virajlar aldı Susuz kaldı Aç kaldı karaciğerinden bir parça kopardı Seveni yoktu Gözleri yaşardı Kaburgası kırılan dedesini hatırladı Onun da seveni yoktu sahiden Şimdi kendisi de bir başına Koşuyordu öylece Bitiyordu gitgide tükeniyordu Olsundu Herkesi kaybetmiş bir kendisini kaybedememişti İlk kendisini kaybetse Bu kadar acı çekmezdi şüphesiz Bir şeylerin yüz karasıydı ama Muhakkak bazı konularda ondan akı bulunmazdı Doru bir küheylana dönüşecekti Önündeki -çetr-engebeleri dize getirdiğinde Kaderi İsyandan önce biliyordu İsyandan sonra da Tanrıya inandı Ama onun yarattıklarına inanmadı Herkes kuyu kazıyordu Mezar kazanlar hariç Herkes konuşuyordu Ölmeye daha inanmayanlar hariç Değişik bir yerdi alem Gibi nice düşüncelerle Yelesini kaptırırdı rüzgara Birazdan Kanatlarını açacak...