Kayıtlar

Eza

Tanrım tut şunun ucundan kendime kefen Dürelim de kurtulalım şu zulümden Muhakkak falan kalmadı benden lisanımı çaldılar fonda ezan vardı oysa Şimdi benim bir ezanım kalmadı bu alemde Kulağıma düğümlenen tek şey şu fezada Eza Ezra. İnanın! İnanın! İnanın! Evet inandık. Benim işte alnından kömür akan bir toprak Benim işte kan burnumda Benim işte duyumsayamadığınız Benim işte istenmeyen malul İnanın! İnanın! İnanın! Evet inandık Kanlarımız çekilinceye kadar hem de Söküldük en onulur yanlarımızdan Budandık dermanlarımızdan Artık koynuma dolanan bayrakları yırtıyorum tevellütlerden sıyrılıp Yanılgı! Yanılgı! Yanılgı! Tut beni Artık yaşayamayacak yaşa erişmişken bari Erişmek diyorum çünkü mürekkebimden bir şair öptü Erişmek diyorum zenne değildi ya şair Peki şair değildi ya mürekkep Dudağımdan öpen delanni kimdi? Tanrım tut şunun ucundan Evlerimi yok etmekten vazgeçmeden —ve eşhedü —ve la gaibü illallah Yoksa bu kutsala düğümlediğim sicimin son çığlığı mı? Yoksa bu çılgınlık da Adı kirli ge...

Jargonudur Neştere Yumrulan Milletin: Esfel-i Safilin

tanrım bana bir gemi ve bir mızrak lazım bir de kaset çalar, saçlarımda çokça beste var tanrım bana bir mızrak  çünkü Aşdod'a  çünkü Eylat'a tanrım hıncı kaderine orospu olanların dergahı ya dünya ya da bu mızrak elimde, artık yollanacak ta! dünya bu ya salyangoz satmaya benzemez olacaktı bazı savaşlar evet ben yehova'yı valhala'da yere sererken ağlamadım! tanrım hıncı kaderine orospu olanların dergahı ya dünya inan çok az param kaldı,  hiç param olmasaydı her savaşta akla gelecek bir şiir yazardım ah o gemide ben de olsaydım, gibi! ama bilmenin inanmaya olan şarapnel üstünlüğü bana hiçbir şüpheyi vurdurtamaz evet bir savaş olmasaydı; sevgilim biz beytullahla bir miyiz ki bu sel boğar da kayaya bile vurdurmaz ikimizi deyip saçlarımı tarayabilirdim rüyamda bir demir kubbeye mıhlanıyordum sonra beni Rachel selamlıyordu Cornie olan hani —işte ölüm bu kadar basit —işte sevgilim bu benim barışa öykünüşüm tanrım gözlerimdeki cesetleri yuğ ben laftayım, tabutlar sağ savaşlar d...

Istırap Ölümden Kurtarır

Karar verildi Sırtımda gaveller dövülüyor : Bu müfrede iyi bakın Çolak kalmıştır görülmeyen her şeyi Göğü çorak bir arazi bellemiş gecede Yakmaya çalışır kuru otları, toprağı Yaktığında ise sarhoş olur, başardığını unutur Aynı meczuplukla uyanır, hiçbir şey hatırlamaz.. aklı mefhuma devrilir. Karar verildi Sırtımda kahkahalar ağızlanıyor : Bu faile iyi bakın Varlığını kanıtlayamadığım bir varoluş sebebi midir aşk? Diye sorup duruyor Emin değil hiçbir şeyden, tanrıdan emin.. ona güveniyor Katlettiklerinden emin değil Arsız dalışlarını körüklemekten  Yokluğa soyunmaktadır Varlığını katletmektedir Yüzüne iyi bakın fersiz, omuzları nefersiz Ellerine bakın, tükenmiş bir kalemi tutuyor  Faydasız! Karar verildi  Sıra böğrüme geliyor : Bu gözlere iyi bakın Ne görmüş ne kapanmıştır Araf deyip bütün ayırtlardan mahrumdur Söyleyin, çekinmeyin Amaçsız, şuursuz birisi deyin Bu gözler böyle sözlerden ürkmezler! Karar verildi Pabuçlarıma bakıyorlar : Yürüdüğü yolları sorun ona Size sonu...

Vurgun

Şimdi satırlar açılıyor içimde Dışarıda ölüm ölüm yaprak, mevsim sonbahar bile değil Şimdi bir yüze dalsam sürüne sürüne İkilemler kalır avucumda doğrulup yollar boyamak Şimdi bir ikindi vakti milat başlatsam birde Soluduğum bungun havasından durgunluğa kaç mil Şimdi kitaplar kapatıyorum şuramda yüreğimin ilmiğinde Suçlar, partizanlar, anarşistler asılıyor kuyuların diplerinde Şimdi yaşamak adsızlığına tabi mevsimlerde Bir patikada salına salına yürüyen küheylan talikasında yaralarımı onulmazlıktan Şimdi bir gece vakti saat henüz günü belinden kırmaya başlamışken yenice Taşlar kırıyorum bulvarlarda, caddeler devrimliyorum, susuzum Şimdi hangi harf eksikse tabiatımızda o meşhur edecek hepimizi.. evet evet öyle Tamlığa vurgunken hayaller, rögar kapaklarında medeniyet meşalesi söner Şimdi mukavemetsiz hücrelerime kırdığım taşları gösteriyorum Beni göreni değil Kendimden molozları Menşeimden şu yaşıma kıymıklarımı Kendim(i) kırıyorum Ben(i) kınıyor-lar.

Tanrım Bana Biraz Si.

Sanki ilahi bir emirdi sadece ben mengenesi Fayanstan kaplı köşelerde sıkıştırıyorlar beni Mengene diyorlar birbirlerine mengene! Şu hergelenenin kafası için bir mengene! Muhakkak bir canavar çıkarmak istiyorlar içimden! Evde değilim tanrım ve de kendimde Bir paket sigara için yürüyeceğim şimdi Ben birkaç dua gönderdim sana olamayışların Oluşu adında Hep aynı cümleler değil mi tanrım hep aynı Peki değiştirsem kendimi O zaman da ya göremezsem artık seni? Evde değilim tanrım, artık zembille mi inecek kuşlar arza Evde değilim tanrım, belki de gelirken bir maralın kafasını kırarım Evde değilim tanrım ama pencereyi açık bıraktım ama pencereyi açık bıraktım pencere kapanmasın diye önüne kafamdaki mengeneyi koydum evde değilim tanrım neredeyim onu da bilmiyorum Sigara almaya çıkmıştım Muhakkak mı tanrım İçimden bir canavar çıkabilir mi? Tanrım bacaklarımdan bir beyazlık akıyor şimdi anlamıyorum ki tanrım ne demek istediğini kimse de anlayamadı anlamı imhalamıştın tanrım ben bunu uydurdum ama ...

Kızıla Çalan Soğuk

Dizlerim üşüyor, somlaşamayan tüylerim üşüyor Başıma kızıl bir nişan tutuluyor Buna ne denir? Buna evrenin... Biliyor muyuz ki Ama insanın sıfatına bakıldığında, Bir çıban ürür bilmediklerinden de bilicidir o çıban. Yanmış eldiven kokulu durakların Kızıl yağmurlarla cebelleşen! Tanrım bitmişim ben Duyamıyorum, konuşamıyorum söylemleri Ya söylem değiller Ya çok sesli ünlemler.. Kaybediyoruz ünlemleri! Konuşamıyorum: Ama eskisi kadar bereketli olanından değil, Bitmeyen ve duyulmayan konuşmalarımın acziyet okunan taraflarına uyuduğumdan. İçimde tepinen birkaç atom kaldı sadece Sırf bu sebepler ve daha nice eskimiş sepetler bekleyişi kadar müteessir haller neticesinde ayaklanıp tıka basa at dolu bir arza Yanaştığımda Sevilmeyeceğim! Atomik bir imha, kestiremediğim imlalar nispetince! Artık şu diriliğimin kaburgalarından dokuduğum oluşabilmek alfabesinin yok oluşunu izlemek: Duyardınız, duymazdan geldiniz Kendi bildiğimi okudunuz/ Buymuş. Öyleyse, Tanrım yine ve yeni bir evrimleşmeyi cevher...

Ateşlenemeyen Uygarlık II

Bir çiçeğin üzerine konmuşum adımı gazap koymuşlar, her şeye debelenmişim. Çiçek kokmayacak artık. Yönüme bakıyorum, yol kendine yeni bir ayrım bulmuş adı uçurum: yönüm yolunu şaşırmış belki de şaşırmamış kendini uçurumdan aşağı.. evet acı gün: bütün temayül kuşları alaşağı! Bir tanrı ilahisi: şarkı daha yeni başlıyor, Kulaklarımı tıkıyorum, zihnimde hapsolan çığlıklar bir yumruğa kıvrılıp mevsimimi yumruklamaya başlıyor, ve Agnola beliriyor karşımda, beyaz, temiz, pak ama yokluğun cebinden çıkma bu sıfatlar. Bir hayal Agnola, bir zihin. Agnola'nın kalkanı diyor: çığlıklar Agnola'nın kazdığı çukur diyor: çığlıklar Agnola diyor: bedenim, ruhum, sezgim. Ellerimle eşeliyorum toprağı, toprak mayalanmış, kabarmış, canlanmış: toprak bir iniyor, bir kabarıyor: bir ciğer, bir insan, bir varlık gibi, işte Agnola'nın dokunduğu! Buluyorum Agnola'nın rahmini. Şimdi? Agnola beliriyor karşımda, Zihnim tepiniyor yine sesler, savaş sesleri: savaş atları yumruklarken arzı ve tapınakları...

Ateşlenemeyen Uygarlık

Ufukta görünüyor simetriyi geren destroyer: Kalkın salıncaklardan çocuklar bugün kardelen var... Ufukta simetriyi delen on ikinci destroyer gözüktüğünde: Evet, umut safsata doğurganlığına sahip bir akbabaya dönüştü. Altını çizin, çizmelerin altı artık bu medeniyeti hatırlatmak için geleceğe Kalacak -Ancak bu savaşta yürüyebilirse Agnola bağırıyor, peder! peder! nedir bu havanın boğukluğu, şu koşuşturmaca, ah şu boz ayı!? Agnola'ya bakıyorum, gözleri kan, ağzı köpük köpük ruh, elleri yumruk, alnı bir yüzyıla meydan okur biçimde Agnola diyorum, Agnola! Bu bir savaşın başlamadan önceki yüzü.. Agnola elinde bir rahim tutuyor şimdi, Usulca yere bırakıyor kalkanını, Bir çukur kazıyor, büyüyünce hendek olacak Rahmini bırakıyor Agnola çukura, ve üzerini kapatıyor: Peder! Peder, sen savaştan korkar mısın? Korkarım tabi.. sen? Ben korkmam peder, ben korkmam. Yüzüne bir gölge düşüyor adı destroyer menzili Elleri tekrar yumruk Agnola'nın Ve tavanlara dikiyor bakışlarını, evlerin başlarına,...

Benim Bir Alayım Yok V

-değer sanrısı. çağ kaygısı. debelenen aforizmalar ve sofist zannı: artık belki de hiç kimse ölü bir keşin toprağa can vereceğini duyumsayacak kadar eremeyecek. yazık. oysa nice keşler, dövücüler, hırslar, kusurlar sanatın saltanatını yıkıp baştan inşa etmiştir. ama o keş herhangi bir baloya kanalizasyonlardan geçerek geleceği için çağırılmadı ve sırf bu sebepten güncellenen akımlar artık eskisi gibi bir "yıkım değeri" görmüyor; saçmalaşıyor. yayılan ismin altına konulan her şey kıymetli midir? cevabın hayır olması gerekirken, her şey evetleşiyor. işte bu sanatın sanrısı. artık yok olmaya giderken son paslar yapılıyor ve fişeklenemeyen, yerinde durduğunun farkında olmayan zihinler kaygısız bir devinimle keşsiz, güçsüz, bunamış tuvallerin ortasına geçip gırtlaklarını sıvazlıyorlar ve evet fularları da var. baştan yapabilme gücü: tekrar ve tekrar o soğuk suya dalabilmek: ister düşünce, ister varoluş rahatsızlığı olsun böğrüne bir zıpkın gibi dalabilmek. aynılaştırma çağının sur...

Benim Bir Alayım Yok IV

Bir hayal ürünü olarak doğduğum şu mezbahanede benim bütün tanışmışlıklarım da birer kazanın ürünü olacaktır. Kimsenin aynı doğmadığı, aynı yere doğmadığı bir tabiatta bütün aynılaştırma çabalarına direndiğim -ve direneceğim, için ellerim buz kesti, havalar hep soğuktu bu sebepten benim için. Mülkiyet hakları, kira protestoları, darbeler, Mısır şatoları, istihbarat, yıkım, Camus, din avcıları, keriz kapanları, bira kapakları, ceset hangarları, üç beş de yıldız belki bu doyumsuz dünyadan artakalan altı üstü toplasan. Herkesin aynı kefeye konulup biçimlendirilmeye, algılarının sansürsüz yerle bir etmeye çalışıldığı şu devirde kaç tane şiirin bağıra bağıra mayın tarlalarını işaret ettiğini gördük? Okuduk mu ki? Okumadık ki yara almadan duramadık; Bir hayal ürünü olarak doğduğum şu mezbahanede benim bütün tanışmışlıklarım da birer kazanın ürünü olacaktır. Ve evet insanın sığındığı putlar...  " belki bir tapınağa gitmeliyiz sevgilim sabaha kadar orada içmeliyiz başucumuzda bir yangın ç...

Benim Bir Alayım Yok III

mecburen soluyacaktık sözün ensesinde; payın en küçüğünde debelenmeyip isyanı tatmayanları kim muhatap? nihayeti aklının ucundan geçirenlerin neyine saygı duyayım: aklının uçurumunda korkusuzca salınmaya çalışan kişi nihayeti düşünür mü hiç? boşluğun sükunetine aldanıp kendini yaratılmışların içerisinde bir yerde görenle kim muhatap? yerimizden olunmuşuz, geri almalıyız diyenlerin kucağında gövdemin izi kalsın isterim hep.. hem o gövdeden payıma bir onur düşecek, gövdem onurlanacak ve kaderimin mahmuzu olacak, ispata gerek duymayacağım. kaotik çemberler içerisinde çarpmayan, çarpılmayan, çarpmayan, düşmeyen, düşeni görmeyen kimseyle kim muhatap? hem kim bu yalan tasmasını, bu düzlüğü boynundan geçirip de verirse zaten kaderinin eline yaşayışının bir değeri mi kalır: oysa bana sorsan domuzun dahi bir görevi vardır. bu iflasın eşiğine gelmiş oluşumların kemiğe dayanmasıyla birlikte mecburen soluyacaktık sözün ensesinde ki doğan güneşin de, batan güneşin de, parıldayan yıldızın da bir öne...

Benim Bir Alayım Yok II

Bu hayatın bana ait olmadığı gerçeği gibi herkesi kapsayabileceğini zannetmesi de öldürüyor beni. Girmeler ve çıkmalar. Yazgı resesyonunu bekliyorum ve tanrı kullarının tek tek hafızamdan yiteceği günü: işte o anda kudretim bütün misilleriyle çarpışacak ve benzersiz olacak ki bu durumda yaşayacağım işte sadece yaşayacağım.  Yine önceki gibi avangartlığımdan ödün vermeden gururla soluyacağım mel'un havayı. sebep: İnsanın hep bir amaç arayışı ona sadece hayatın bir manası olduğunu zannettirir.. bu durum insanın arayışını bile unutturur. "Doğdum ben, bir amacım olmalı" yoksa ne işe yararsın değil mi? Kendimi bu kadar önemli addetmeden yaşayacağım işte sadece yaşayacağım. Bir amaç sana doğmadığı müddetçe nasıl önemli olabilirsin.. sürekli amaç arayışında olan kimse kendine bu kadar önemi atfedecek cesareti kimden buluyor. Tanrı'dan mı? Tanrı'nın bu insanlarla işi olmaz. Tanrı'nın bu insanlarla bir işinin olmayacağını bu insanların gözlerine baktığınızda anlayabili...

Benim Bir Alayım Yok

hah, gözlerim çekiyor, çekiyor da çekiyor beni  yaratılışı henüz tamamlanmamış fezaya çünkü diyor kadim soluyan; sakınmanız gerekiyor gözlerinizden belaları nedir diye soruyor dillerimiz bela nedir: bela önce yaratılmaktır diyor kadim soluyan. kendimizi nasıl sakınırız ki gözlerimizden diye soruyor dillerimiz. kendinizi aramakla sakınabilirsiniz gözlerinizden diyor kadim soluyan. peki diye soruyor dillerimiz bela sonra nedir: bela sonra yaratılmışlardır diyor kadim soluyucu. dillerimiz isyana kıvrılıyor. dostlarımız, yakınlarımız, ağaçlarımız birer bela mıdır diyor dillerimiz; maalesef diyor kadim solan: gözlerinizle arayın henüz tanımlanmamış ve tamamlanmamış bir başka fezayı şu kendini bilmiş görüp gündüzü ve geceyi doğuran anadandır bela oysa hiçbir şey bilmez şu arzı ve ona bakan semayı görüyor musunuz işte bu aşkın arasındadır bela hah, bakınız has soluyuculardandım ben de şu faniliği hem de bile bile hah, bakınız şimdi solduğumla sizlere kalıyorum  ama yine de söylüyorum...