Kayıtlar

Birken Ayyaş

birken ayyaş dörtlere karışımın güne yeltenişine, hürlük! bir demire mıhlanıp işte gördüğümüz dünya rahibini savunan çocuk! öyle mi? ya, öyle. kader olarak da ses işitildi: adımlar öksüz kalacak, ayyaş birken. düşünce tek, mıh beni doğrarken fiilsiz güne doğduğumu bilmiyorum aylar benden yılların/ hınç. incitmediğim davada  omzuma düşen yığınla sorumsuzluk bu davada sağlamım adamım kaybetmeyeceğim öyle mi? ya, öyle. artık biliyorum ördüğümü ölümü elimin elimin biliyorum eskisi kadri belki yok ihtimal yine de sevmiyorum birken ayyaş düşünceyi pazularım yazıya eriliyor ve kazara alevin dumana yer verdiğini belki de kaybettim  öyle mi? ya, öyle. ördüğüm duvara yarım kalmış an beğeniyorum kendime her şeye  her şey kadar yakın/ spektrum. bu el benim elim mi ellerimin örülüşü? var mı böyle bir esrar? olmalıysa bildiğim her doğru  yanlış. yok eğer değilse? ihtimaller yazıldı ve açığa çıktı yeni yüzler ihtimaller yazıldı bu esnada zırhlarımız da çünkü her an, her ana mıhlanm...

Lahitteki Kan

şöyle kar bize hiç söylenmediği gibi yağdığında eskidi dayanan her tutarsızlık dahi eskidi olmayan ışık gibi söndü fırtına tarumar bir ezel döşüyor önüme kabuğundan sıyrılan sırtlan gibi ama lahitlerin de sökülmesi lazım gövdemin ademinden elim sıyırıyor sokakları intihar öylece geçip gidiyor intihar bir nakarat bekliyor kendini vuracak berfe dün söndü yarın ben bugün şiir vuracak kendini eski bir hakikati okurkenki gibi kanıyor ellerim gözlerim alaycı bir kuş şans hep yamaçlarda süzülür selam L.A, San F. bir ses duyuyorum ardımda bıraktığım ilk! bir ses duyuyorum: hakikati teslim etmek istiyorum sana! bir ses duyuyorum tanrım henüz sarsmadım sesi bu hülyadan çekip çıkaramadım bir nefer dahi kırkıma dayadım namluyu  iştirakti yaşamak ve  namlumda davetsiz misafirler bir ses duyuyorum tanrım kimseye ihtiyacım yok bir dizin şarap ve  hatır yüklü hipodrom /atalarıma ret! dedemin beyaz bir atı vardı ben olsam adını Kelly koyardım öylece yatıyordu  şimdi hatırlıyorum solu...

Tuttuğum El Tacımın

gencecik tacımız var bitmeyen yalnızlığımız suyun yutamadığı fecir anlarında kahrolduğum aciz ve acaip ve acıyla ağır ağır bilene bilene dinlenerek sökülüyor ruhumdan yaşamak işte gencecik tacımız var kıpkırmızı bir yalnızlık. kürsüye dikiyorum başımı uzamım kürsünün daha var olduğunu anırıyor kulağıma her söz, ayrı bir utancını kusuyor yüzüme ağzım açık, gözüm pür, saat gece iki rüzgar umurumda değil gök bir enstrüman olsaydı şu günlerde mucize? gerek yok olan tahtlara ve tahtları oraya koyanlara oluyor hilkat peşkeş çekerken canımı cehenneme aşkım tuttuğum el tacımın! yok olup bir yok olduğumu bilmek isterdim, şiirde temenni günahtır! bunu al bana yenisini yaz diyemem bu akla ziyandır asılsıza çaba ki ilk nefeste mahvoluşa doğduğumu inkar edemez bu hacim bu toplamda yeni cinayetlere hayret yok buruşturduğum kağıtlar, ter, sıkıntı, hür bunalım teslim olmak ya da olmamak: düşünce. her anne ve baba aynı zamanda katildir der Kaberi: ölüm düşüncedir ilk. indirin asılsız bayrakları ..uğrun...

İbrahim O Taç Benim

bilincimin kaburgaları safir iken şimdi pişmanlıkla geçiyor saatler bir hurdaya evrilişimin dördüncü çıkmazında devriye dönüyor leylaklar geriye doğuyor güneş ileriye sadece kaybolamadığım, artık o zevki tadamadığım apaçıktaki sokaklar kalıyor Nasıl? mürekkebin soluşunu izliyorum ilhamın gayyaya gardını, azabını sona dayalı zırvanın iniltisini! eriyip giderken pejmürde yalınlığa lanet ediyorum kendinden savrulmuşun yine kendine savruluşuna günlerin ne âlâ öylece devrilmesine /anlamsızlık hakkımızdı bizim her bilince saplanmak everestin öcüleri sağlam bir rahim hayatım, dünya öcüleri şimdi kaybolmak ve yeniden gelmek istiyorum şimdi istiyorum kendimi, kalemi, zırhlarımı bu kimlik benim değil nâ rüştümün bilincimin kandan odalarını safirden ordularını  diriltmek istiyorum/ Jesus Lord. mecburi kifayetin kendini imhalayacak olması efendiler sizleri bunun hakkaniyetine çağırıyorum  peki işte savaşımın enstrümanı biliyorum kurtuluşa dönmeyi  ilhamın kendisini tüm gözlerden sıyr...

Sonunda

şahı kalender olmayan bir karara bağladım gece emirler yağıyor/ kim duyuyor? sabah argın ve fevri bir kabusa dönüşerek ilerliyorum kavşakları yaşları küçük, dişleri kötürüm oval bayramlar gülümsüyor yüzüme cehenneme dönüşüyor her yanım tabii ki her şey ilk cuma bitebilirdi tüm çekip gitmeler falan ama çarkları kemirilmiş bir devinimin son nüshalarıyız artık doğduk ölmezsek perşembe de yaşar cumartesiye sarkmaz artık toprağımız şahı kalender olmayan bir karara bağladım gıkı çıkmadı yerin bütün kelimelerini tükürüyorum  varlığıma okuduğum lanet varlığıma varlığıma kükretiyorum aygıtları şahı bir karara bağladım ezana müteakip sürecek boynumu giyotine üç yaşındaki bir çocuğun şiiri gibi öylece bitecek  her şey —2022

Çöldeki Ölüm II

nasıl anlatılabilir döndüğüm sağ çıngı alevi doğurturdu bu kader ormanından ya ne oldu? çıngı bir düşe kondu, çıngı bir düşe kondu, çıngı bir düşe kondu, anlatılmaz! haklıysam eğer çekilmem bu yangından "biz" ne için yazılırsa satıra onun için değildir savaşım keder birleştiremez hiç birden fazlayı biz, gölgelerin başucuna yaslanmıştır hep yokken onlar biz, benin ahmaklığıdır canım süngüyü yenile şu gördüğün kara binaları altın oraklarla fethettim süngüyü yenile süngüyü yenile hiçbir savaşın kazananı yok artık tertemiz yüzlerin yarattığıdır kanım hadi savaşalım, hadi savaşalım, -kolay değil. hadi savaşalım! ses aldı ve götürdü süngüyü kendimi, kendime acıyan düşlere uyandırdım hemen çünkü yankıdan kaçmak her seferinde kalburlardan geçirilmiş köleleri anıyordu köşede hani diyorum barış mıhlayın bütün kurşunları sırtıma hani diyorum barış çağrılar, çağrılar, çağrılarım ve çağrılar tükendiğinde yeni yaratılmışların gözleri seçiliyordu ufuktan biz, alnımızın bu kanlı saçma sapan ...

Rulet

yüzümüzde kum elimizde balçık simsiyah güneş doğmak üzereydi göğe öylece dalmıştık yeni fırlayan kuşlar  dumanları kötürüm olmuş savaşın  sıradağlarına eğmiştik bakışlarımızı bir yüz yarıyordu dumanı sürüklediği bedeni sanki yüceydi hepimizden karşıdan geliyordu gelen namlumuzu şakaklarımızdan sıradağlara doğrulttuğumuzda  mermilerin yerinde kıpraştığını söylüyordu Sabrina adımlarının ağırlığı kaderimizi  eziyordu  yaklaşana elimizde kalan tek tanrıyla  saldıracaktık olduğumuz yerde künye: La Hina Torpa, Ahorat. künyeden taşan yıldız gündüzün berraklığında  kör ederken gözlerimizi şansımızın bizden önce  karıştığını intihara.. sırra kıdem vermeliydi ölümümüz kaçımız ölümünü seyredebildi bu kadar hangi Hanry?  I, II, III, IV? süngüyle nabzımızı soyarak  taşmaya başladı can  savaşa getirdiğim pırlantamı sımsıkı tutarak gitmek istiyordum inandığıma öyle de oldu mevzimizden ölmeye kalktığımızda künyesinden taşan aydınlıkla parlayan yüzü...

Çöldeki Ölüm

her şeydeki o süngüyü bu benim başkasında gördüğüm düş şıtak sesinin yankısında boğulan at bana beyaz bir gelinliğin yasını hatırlattığında falanca vapurdan sarkan intihar terfisi gözüme ilişir, bunda cehennemin yankısını duyarım işte burada bu anda yaşama —2022

Hükümsüz

inanır mısın ses kulaklarımdan dudaklarıma taşıyor bir ölüm hürriyetinde ardıma konuşlanmış yadigar Sabrina'm yok taahhütler kuşların geçtiği yerlerden  düşüyor kucağıma çünkü gördüm bir imgenin bizonun kafasını yardığını şimdi halim yazgıya eğilmemin milyonuncu yılına soyunurken  sisler ayrışıyor taraflara ve iniltileri kavuruyor gövdelerin henüz ispatlanamamış yaşamında eğiliyorum çünkü bunu yapıyor olmak canım bir kavmin  uğultusunu duyuyor gizlenerek ve kendimden korkarak yaslı ellerimle yazgısını titretmek evrenin lakin bir cereyan dahi etmezdi öfke, imge, künümüz/ her şeyin başladığı. gözlerimde alayın kendisi uluyor  bakışlar her basamağın ayırdına ilişik  bakışlar emirlerin ucu bucağına yerleştiriyor mayınları yeterli değil/ sürmeli. eğiliyorum böyle de devam edecek iliklerimize ördüğümüz sıratta her şeyin yönü var, tayini bela'dan beridir ayırtlarımız şişiyor rayların üzerinde tepiniyor fillerimiz/sürüyor. işte gözler görüldü ve kelamlar gözler konuştu ...

Muhakeme

gürbüz bir akşamın  yere doğru eğilişini temsilen  hakikatin avucuma yerleştiğinin  sadra kıvrılan bir neşeyle ayırdına  kavuşuyor ve acıyı kendimle bir kabul edip infaza yeltenmedim Rina bu tahtadan yargının üzerinde  ben tepinmiyorum aksine aktığını şiirin  şimdi arkalardan bir ses  beni böldüğünü sanıyor alfabenin kuvvetli serzenişine bunu katmıyorum bu  acımasızlığı şiirin kaşlarım diri  dudaklarım duman, ellerim sivri o boğuk bulutları aldım da kendime varlık saydım tüm çarların eğimine bu tahtadan zırvadan çıkmıyorum direnişi şiirin kahverengi kelimelerle  betondan azı dişlerimi kırmaya yelteniyorlar önüme eğdiğimde başımı kimse üç bucak yaşadığımı düşünebilir miydi zevki şiirin boğulduğum yalnızca yüklemin anlamı buğulaştırması ve süregelen zamana dahil olduğumda etimin yandığını hissetmedim mi zannı şiirin rezervuarına deli saçmaları mıhlanıyor ölümün ölümle fotoğrafı olanlar da bazen  sığlaşıyor eklemlerinden nisyan sığlaşt...

Mecburi Hüküm

işte bulunduğumdaki facianın kırık dökümü kırlangıçlar miğferim oluyor  düşene  üşüşen kışa karşı Roth! beni taşıyan her şey bir uğultuyu da taşıyor cepkeninde bunu hangi alfabeye havale etsem derinden bir kış daha geliyor hınca kün feye Roth! yağmur daldan kalbe akacağında yerimde değildim bu sefer hissettim ve kaçmak istedim uygarlıklardan bu bir gülüşe sığabilirdi  ancak duyum köreldiğinde acıyamazdım kendime mecburi infilak süregelen Roth! hayaletler mor dudaklardan öperken adımlarım gayri ihtiyari yani çekilen nefes  ciğerimde çekiyor fünyeyi  jiletler suluyor  afyonlu günde cehennemi bulursak yeniden  kendimizden birkaç terki kemerlerden taşkın doğacak evvelin ve ahırın hükümsüz kaldığı yeni bir kül de ağlayacak minicik elleri Roth! /ben suçlu değilim ellerimi bul!   su'ya şiirler.

Aleni Celladı; No Limitation

hilkat mili avucumda. bunu reddediyorum dilim kıvrak bir celbi eriyor terazi şimdi fark damarlarımızda akan gürlük kadar bariz tanrı ayıltmak istediğinde canı şüpheye yer bırakmayacak namlularla sürülürdü ovamız varlığın rüşdü bu kadar şimdi gümbürdeyen adımlar  zihnin kulvarlarını yıkıp geçtiğinde oh, işte düşünen! ama kan bellidir ve arz ile gök arası hilkat mili avucumda. bunun reddi her şeyi getirir uyanmak gibi tozdan serpilen sarhoşluğa gerilen merantar! ak aynada beliren damar hayır inanmak tercihin en leş hali şimdi alnımda yargılanıyor yıldırımlar  çıkmak istiyorlar izin benim bileklerimden taşıyorsa artık duyuyorsam gölgenin söylediğini taşkın yollarımdadır benim  hacim ve kan da siyaha boyanan bir nüans fikir hürriyete soyunduğunda  elzem olacaktı cinayet. toprak istiyorum/ fikir hürriyete soyunduğunda saçmalar taşacaktı ferden. buda/ işte yükselttiğim şeylerin hücuma gark olduğu ayırtlarımın şişerek gece mavisine çarptığı an. yıldırımlar çıkmak istiyorlar...

Aleni Celladı

hadi dediler ne duruyorsun  umrumda değil dedim yaran umrumuzda değil bizi oyuna sür dediler  siz de kimsiniz dedim biz kaosuz ve katliamıyız bilinenin emin misiniz  çünkü bu yolun geri dönüşü yok dedim  fazla bile bekledik  yaz ve kurtar bizi, şimdiye ermeliydik dediler  siz istediniz, dedim:  kan ile duvar arasında iki dakikalık işimi on saniyeye indirmekle uğraşırken  aleni celladının gölgesi belirdi  yaklaştım kulağına ve şöyle dedim:  sen benimsin  ben tanrının ve tanrı.. kendinin  yapman gereken sözlerini kağıda yazıp taşın etrafına sarman ve  göremeyeceğin kadar uzağa fırlatman sonra attığın yöne doğru gidip  enkaza bakarak sözlerin tesirini, yıkıcı gücünü gördükten sonra benim yanıma gelmen  çünkü sen benimsin  ve senin yarattığın enkaz  benim kıyametimin zerresi değil unutma çünkü sen benimsin  şimdi git hadi  burada  kanla duvar arasında bekliyorum seni. başıyla onayladı beni...

Ülkü

doldur kulağımı leş cambazın felekleri göstereyim mihrap nedir kâ felâ tulum karındaşım hüküm giymiş infaz antilobu can benim, fer ve bütün yön! ülküm kalkmayan küheylanın çatına mecburi istirahat vermekten öte kin ordularım daha yönelmedi ahırı farza şimdi olduğumla yarın değilim poyraz dağlardan geçmiştir örmeye gövdemi yaslı bir fikirden de ötedir gerdanım gam, yüklü bir omurla başımı gerdiğinde kan benim, çağ ve ebed! arı meskenine katmayan usadır ülkümün susamış azı dişlerini geçireceği ana yüz bulaşmış efendisiz gerçeklik de bir ölüdür cepkenimde "kezâ" feylesoflara kalmış bir çağken bana öfkeden başka haşmet gösterecek bir can yok işte mızrak benim, bileği ve atlar!

Gerçek Bir Delilik

gelişmiş ırgatların cephesinde gamalı cepkenimden taşan yaşamın telaşlı ve yaramaz taraflarını ayıklıyordum her şeyden önce toparlanmadan biliyorum biliyorum yalvarmayacağız hele savaşa gerildiyse boğazımız eski kallavi taraflarına yaslanamayacağımı diri diri hissetsem de köşelerimde bunun hiçbir dönüşe imzası yok işte mütevellit! seddülrüşd'ü yarmaya yetemeyecek şamdan gelen parlak kurşunlar flaşlar patlıyor gökten gerilen yüreğimi çekiyor melekler yürüdüğümde kara da yürüyor benimle geç bir birliktelik zaten hep böyledir: "kameralar hep geç gelir." hiçbir şey sahte bir delilik kadar ilgi çekici olmamıştır bunu kurşunların sekişinden kuruyorum bütün gölgeler can verdi ve vicdanın sesi duyulmaz oldu tetiklerin gürlemesinden "bu saçlara artık ihtiyacımız yok Hank!" dedi delirmiş yarbay yoluyordu saçlarını kalan yedi parmağıyla gerçekten bitti mi buraya kadar mı inancın ilk sapakta kayıplara karışması bunun alışılagelmiş olması gerekirdi henüz yolmadım saçlarımı y...