Kayıtlar

Yıkım, Del Mar'dan Bir Mektup

1975; Yıkım. rastgeleliğin bütün sığ sıfatlarından  arınmak istiyordum tabii ki öylece durabilmenin hükümlerce sabitlenmiş derinliği olduğuna  inanırım hep düzlüğün sonunda yeni bir şey yok yıkımlar ve inşalar hep süregelmiştir burada yaşadığımız bu seyirde  boynumuzun borcu olan tek şey  bir şeyi tüm basitliğiyle yapabilmek işte burada önem yerini seyre bırakıyor tabii ya sen de önemlisin kapımı çaldın ve konuşmaya başladın o anda her şey önemini kaybetti dümendesin ve tayfayı çok düşünüyorsun  dümendesin ve belindeki silahla  bir ordunun başına geçebilirsin sadece o kaderde değilsin  o oyunda adın geçmiyor ama bence artık tayfanı adam etmelisin bu gidişle dalgalara yenik düşeceksin seni seviyorum ve biliyorum yapacağını  çünkü mecbur kalmadıkça  maalesef kendini tanımayacaksın hayatın ceylan beyliğini görüyorsun  sadece nasıl yanaşacağını bilmiyorsun işte kükreyen teamülü yarışın  çimlerin bulandırdığı nal sesleri onun için ya da ...

Harlanan Kahir Savı

milletin cebinde üç beş langırt bozuğu notunu verdim dünden razı ırgatın bozumu bağlar çelişiyor nallarla  bundan gayrısı müphem açlık kuşakları afrika  coğrafyanın bir de sıfır hükmü işte orada beyaz kanı taşıyan pak damarlarda ağzında kekre bir acı  her şeyi görmüş biliyor kurulan düzenekleri geleceğinde bir tek gecelerini tahmin edebiliyor  gündüzü ayyaş şimdilerde  düşlediği kırlangıçlar sadece o kanatlar ve gagalar yaşamın kendisine sırılsıklam bir put aramıyor hiç kimseyi  bozduğu yeminleri de hatırlamıyor ağzında kekre bir tat bilmiyor ve içmeye devam ediyor solgun benizlerden taşan imansızlık onu pek de endişelendirmiyor şiirde mizaç sahibi olmak boş bir çehreyi gezdirmekle aynı diyor  sanırım kırdığı kapıları, düzdüğü namluları kırdığı kemikleri  hepten değersiz görüyor  "sadece sağanak yağmurun  yere serilişini hatırlıyorum." kendi sokağında kimse onu bilmez  o öylece geçen bir gölgedir oysa her ikindi  gırtağındaki m...

Bitmesi Gün Yol

nedir benim Isfahan'daki işim  iç sesim bozgunu biliyor keskin bir dille doğradığım üç kesim ölü  benim Isfahan'da bir işim yok! çeltik tarlasına dalan süvarilerin dediği gibi aklımızda sadece koşmak vardı rüzgarla  atlar ölene, mahmuzlar parçalanana kadar sürmeliydi koşu  rüzgarla  isimleri ve yüzleri unutmak diyordu kaçmak evrenin bağrından, mananın zerkinden sanmaktan özellikle, sonrasında yanmaktan kuşların gölgelerini görebiliyorduk yönümüz belliydi atlarımız seri bir arkadaş; yüzlerin altına kadar bildiğini söylemişti. kalpteki her çarpanı gördüğünü. parmaklardaki her yasayı okuduğunu. onun için de mahmuzluyordum atımı kanatıyordum karnını, delik deşik  siyaha yakın kanlar akıtarak sürüyordum yolu durmadan  gözlerimiz korkudan yerinden fırlamak üzereydi, ey sevgili? dağıttığımız düzlüklerde giderken atlar ürkmedi bir kere olsun ruhumuz zırhlıydı  rüzgar kırsada göğsümüzü  ruhumuz dingin bir suda ilerleyen narin bir yelkenli gibiydi sess...

Gölgenin İzi

geleceğe bir mektup istinaf kalıntısı  çakır iki dalkavuk turu parkın sersem yankısında havlayan gece, kıpraşan gündüz güzeli  yardıma koşan yok bir şey  gardıma yeminler verdim yedi sene geçip gidiyor-san dım. yarın olacak mısın  benekli merdivenlerin trabzanına döktüğüm kurşun  ayağımda barut izleri boğazımdan aşağı boğum boğum yüzyıl  dışarıda sersem kar saçında kızıl bir papağan  tekrar ve tekrar yaşanan  diyagonal yana yardıma geliyorum çığırdım makiden burası maki, şurası da insanımın yüzünde pamuk tarlası  kuş çamı, çağla yaprakları bir tabur nehir akacak insanımın yüzünden  her sağanakta yüzler.. yanık benizli kırışık  birbirine girmiş deriden çatık yüzler  insanım. öfkeli, deli dolu insanım mukadderatın yüzdeki izahı. düşünüyorum tabii bunları ve süregelecek yangınları ihtimalleri ve yine yangınları  sürekli başa saran yankıları esmekse  bu yoldan geçiyormuş işte yüzyılın aşkı  köy, yerinde devrim! miş ö...

L. Kan Yerinde

L. ona Regina diye sesleniyordu yazdıkları başına bela olmadan önce  daha önce üç şehir değiştirmiş öylece yürüyemez gün yüzüne çıkamaz olmuştu  bunun kaçmaya şevkini artırdığını tutunmaya yetecek kadar fevri bir ruhu olduğunu  söyleyip duruyordu cehennemdeki atlar koşmaya devam ederken funk bazen de folk taşıyordu  ama hiçbirinde bulamıyordu Regina'yı Regina onun damarlarını titreten  asi bir ritimdi yüzündeki çiziklerin arasından taşan  kıymıkları göze batıyordu  çetin, kaypak, kaçak darmaduman  bazen de yapay bir adamdı L. çetin ceviz olduğunu düşünüyordu  bunun hiçbir halta yaramadığını da elinde atlar, tamir edilmesi gereken bir çatı  kavuşması gereken bir ölüm kalmıştı  "hey" demişti  " sence değdi mi? " hiçbir şeye tutunmadan savrulmuş bir yaşam  "hayır" dedim, "hiçbir zaman değmez." tutarlı bir gerçek, saf ve temiz. seyrettiği her şeyi  her şeyi.. yarışları, insanları sadece kaybetmeyi unutmak  öylece dal...

Öyleyse Kan Şaşırdı, Eureka!

gözlerimin parladığı yerdeyim burada geceyi cehenneme katıyorum üç sene önce de dağları denize döküyordum belki de doğrulup kendi yardıma bir gül koymalıyım evrak kanı yarmış bana aşktan yürüyorlar kırlangıç kulağımda dört nota fa, la, kef, hınç. kefenin yüz karası kara saplanmış kalmışım, sen sislerin de senden olduğunu zannederken ben hiçbir şeyle tümden sıyrıldığımda  henüz çok genç, çok diri ve yeterince serttim/sevgilim. bunu bilir kırklar, serüven ve üç küffar. efendiler üç beş hasım bulurlarmış kendilerine  gütmek için koca bulvarlarda sene altmışlar ve seksenler das kapitalle büyüyen zehirli küvetler seneler ve birkaç boğum idam yetiştim ve unuttum yetmişlerdeki hatipleri/aşk değil. birkaç fırtınaya tutunmak ve aslıma karışmaktı istediğim o yeni yetme yaşlarımın şimdiye öfkesini de unutmadan taşıyarak içimde  ben oldum, sen oldum, biz ve her şey oldum kendi kendime her şeyde hızlandım ve giderdim göz yamaçlarımı  bir yerde durmamak hep hareketle ilmek ilmek ö...

Gelecek Zaman Masalı; Ondan İki

ondan iki tane var demişti geriye kalan sağlam bir kıta olsa da ondan kalan yanları dayanılmazlığa öykünüyordu herkes bilir dayanılmaz olmak süslü bir geçmişi de ister benimle kedinin oynadığıydı dün üç beş kelam dinlediğim çoğunlukla sola baktığım üç beş el sıktığım bir kere sarıldığım kırlangıç görmek istediğim/ dünde hank'i öldürmemek ve geriye sadece üç beş kıta kadar şiir bırakmak vesaire idi düşündüğüm koynunda sakladığın sancak sana hiçbir fayda vermeyecek yel estiğinde zamanla birlikte senden kalacak olan üç, beş kişinin düşündüğü ortalama bir yankı. hırçın bir kalbe sahiptim her şeye sahiptim her şeye dahil aynı zamanda da her şeyden hariçtim aldığım, verdiğim nefesin benden olduğu yıllar kent de bendim, fırat da bendim mezopotamya da bendim yelin saçlarıma teker teker değdiği bendim dolu yıllardı gerçek dolu yıllar şimdilerde utanılası ne kaldı gerçekten geriye yıllar balyozundan sonra gerçekten geriye üç, beş dil ve şiir kaldı, gölgeler ve bulutlar kıtalar alındı, nefes...

Yeni Bir Yok Şey

bacakları titriyordu çaresiz bir trajedi insanın korkmadığı binlerce şey olmalı  yaşamak için  gerçekliğin yüz karası sesler duyuyorum kıvrak dillerden omurgasız cümleler nihayetimi biliyorum mrya. ben bunu bilmekle mükellef olduğumu  kanatlarımdan bağırıyorum bütün  mayhoş ışıltılara, gölgelere ve gize ya, sanrının o düşüncelerle gümbürdeyen uğultulara kurban edilmiş ömürsüz annem konuşuyor, konuşacak da  anadolu kokuyor gövdemin ardı kaç namlu saydığım, yelkenimde saklıdır. ilk önce Allah diyor annem ben de anne diyorum. bacakları titriyordu myra.  adın ne senin?  nereden, nereye geldin? amaçlarımı savurduğum yüzyılın nerede? ömür çeyrek asırdır bunu abimden öğrendim sırtımın ardında gözler var külfet dolu buğu  bunu kendim gördüm o anda  başladım büyümeksizin öğrenmeye  mary şimdi ikindilerde sela çok demode diyorlar kulak kesiliyorum falanca, falanca mezarlığa  çekildiğim gökyüzü şimdi müteessir uzandığım yatak berbat baktığım y...

Bombardıman

her yağmur kokusunu bırakıyor üzerimde estağfurullah demeyi öğrenmiş bir zenci karşılıklı bir esna değil bu  salıncak ve üzerine altın harflerle yazılmış nota yetememenin kendine susuzluğu canım hepsinin bedeli olduğunu tren yanaştığında götürdüğünü yanan tarafımı nota gideceğimi biliyorlar estağfurullah demeyi öğrenmiş bir zenci tıkanan özgürlük neyi çağrıştırabilir ki ben yanılgılarımda boğulurken  her şeyi bildiğimi gösteren okun isabet ettiği amaç raydan çıktı can sadece boğuş, boğuş kimse koşmayacak aşktan  hepsi biçilmiş kadavra artık hepsi palavra canım doğruya bilenen kurşunlar dahi yitirdi anlamını nefesim ıslak bir odun böğrüme  bu esnaların kültü  kalıyorum kalıyorum bu/ büyük ünlü! şaşırma her şeyi bitirdim kendime yetememenin kendine özgü bir tarafı da yok aslında ben aynıyım, sen aynı, geceler aynı  çıldırıyorum geceleri heç her başladığım şiiri intihar notuymuşcasına kürüyorum  ben, bana, ben.. her şey bitti her şey yolunda/ raydan çıkma...

eğriltemediği şadırvanda ölü bulunacak primat.

seher vakti etrafına bakınan sadece namlunun ucu namlunun ucuna bakan gözlerim içimde her şey çoktan hallolmuş geriye sadece sadece  çökmeden önceki son arayış kalmış son umut evet, girizgahta bir primat şadırvanı yumrukluyordu ufuktan atlılar görünüyordu hepsi kefenli tam teçhizat, cepleri dinamit dağın çevrelediği şehrin yarıklarından uçan bedeviler fırladı sonra zıpkın gibi  kefenlerin üzerine primat soluksuz yumruklarını indiriyordu hala her şeyden ancak bir şey yaparak  kurtuluyordu bu iki ordu her şeyden kurtulmak  her şeyden kurtulmak evet, şehrin en büyük avlusunda cumbayı sırtlayan direğe yaslanan üç değirmenci cigaralarını paylaşıyorlardı ufuktan on yedi bin kanatlı göründüğünde  en genç değirmenci dumanı öksürdü iş toprakta bitiyordu bilinirdi ki toprağı eşeleyen, ona direnen toprakla münasebet kuran  her kimse bereketlenirdi değirmenciye savaş açmak topraktan beslenen kanatlılar için ne idi? yaşamamayı, toprağın kendilerine küsmesini göze almışl...

Üç Kesim Kader

her şey nasıl da ölümsüz bugün bir yokuşta söyledim evrene hainlikten taşan fırtına sıkılmadan ölmeye diye kaldırdı vaiz şarap kadehini yok, seni anlamayacağım seni anlamadan ölmektir niyetim ben savaşırken hissetmiştim en son yaşadığımı bir saat geçip giden şu yola baktım her şey nasıl da ölümsüz içten içe söyledi vaiz her şeyden önce biraz tebessüm etmeli vaizin içinden yosma cümleler taşıyordu yüzümde kırk ırkın izi taşıyorum herkese, varlığa bir öfkeyim yok, hayır geri dönmekte ne şer var ne hayır ileri bakmakta gözler utangaç kaldırımlar berrak, aşk uzak mühimmat dolu ağzına kadar ağzıma kadar intihar süsü vaiz konuşuyor önünüzdeki yokuşlar dimdik hayatınızda böylesini hiç görmediniz bu size bir armağan vaize içim ısınıyor şimdi hak ediyor çırpınmadan ölmeyi çile yeni bir kavrama gebe kalıyor cami avlusuna yeni bir düş asılacak garsoniyerden çaldığım baretta soğuk bir namlu, titrek bir el patlamaya hazır bir mermi çirkef bir gülüş varlığa vaizin bir gözü daha önce fark etmediği t...

ve Nehir Coştu

bütün ırkları toplamıştım yüzümde yüzümü hissetmeyene kadar yürüdüğümde kulvarda neydi his? bağını çözüyorum kemerimin belki de buydu. geceyi aydınlatan billboardlar işte yüzyılı kokuşmuş coğrafyanın ha bir de Afrika. bana dahil olan sevginin yansıması yüzüme. hoşgeldiniz, hoşgeldin iki gebe dünya ama bir dünyada kırk ırkım, saffün kebir. aklımdaki cümlelerden daha keskini avuç içlerimde kağıtlar paramparça, kapaklar darmadağın avuç içlerimde kırk harami cümleler evrenin en iyisi bu sevgiye kalbim de dahil. kuşkunun ipleri salınmış insan artık titrek bir süregelen.

Fırtına Altında Vals

bu ışığı nasıl kapatıyoruz? nedir benim ile olanın hükmü? şu çapı, metrekaresi kendine sığmayan oda mı? her şey dökülüyor kendine iyi bakmana gerek yok hülya, çünkü bilmektesin yetmeyeceğini yetişemeyeceğini. kırıntılar.. biliyorsun, senin için ayrıldı. peki milyarlarca insan geçmiştir şu tünelin altından unutmaya çalışarak tüm yüzyılı evet şu anda çok önemlisin çünkü bazı gerçekleri reddetmeye kalktın evet bu seni mükemmel yaptı hülya sen hiç bizim tarafımızda olmadın ne oldu? hani bir aralar sosyalist solurdun! beyaz gece. soğuk, gelmekteyken beş yüz değiştirdim kılıktan kılığa girdim buna neden gerek duydum bilmiyorum ama her şeyden biraz taşıdığım için belki de bir soytarı oldum hülya, kendini reddetmekle hiç oldun. bu ışığı nasıl kapatıyoruz? hiçbir şey gizli kalmamalı. imtihan kağıdına öylesine karalanan harfler olmanın .. aydınlandığım ışık da beni kendine benzetiyor hani neredeyim. kimle, kimim. Rudolf Koller diyor bir yanım bir yanımda bir çiçek açmaya fırsat kolluyor son para...

Çarliston Marka Hagen

temaşanın her zaman aşağılık taraflarına o göz alıcı akıntıya esintinin yaşanan her şeyi anımsatan  ukalalığına  karşı  durabilmekti en azından istediğim  öylece durmak yönlere gidildiğinde  işler çığrından çıkmaktaydı yaşamak bunun hiçbir yerine dokunamaz  bunu ispat etmiştim kendime çoktan  ya ne olmalı ki hayır, ben bu soruyu da duymak istemiyorum  şartlandırmamak gerekiyor bu seğreltilmiş düzlemde ne varsa gerek yok gerek yok bize sessizce akmalıydı her şey  ve ayırt etmeksizin  seyredebilmekle kutsanmış olarak  mutlu olmalıydık dayanmayı hiç düşünmeden  bütün ilahların yanında  kızdım ona.

Öğle İhaneti

köpek geçip gidiyor  hiç de uzaklara dalmadan hayatıma bir çelme  deklanşör tetikte hep afişler dişlerimi karartıyor  hegomanyadan çıkmam için  diyet ödemiştim  en azından hissetmiştim öyle  kırlangıcı vurmak üzereyken  şu girdiğim yol beni hiç de iyi hissettirmedi belkiler bile terkteydi yol boyu ellerinde sürgün, gülüşlerinde burukluk şunların işte görüyorsun hepsinin bir miladı vardır sorsan ama sen sorma anlatmaya bayılırlar müsveddeden bozma hayatlar kırlangıcı vurmak üzereyken  her şeye ihanet ettim  isteyerek mekik dokuduğum her yerde bir şeyler vardı  yolunda gitmek istemeyen şeyler bütün fiiller ihanet üzerineydi yeni trend geceye ve gündüze karışan  hiçbir şey yoktu  her şey bayılıyordu apaçık olmaya bunalmıştım giz olmadan hiçlik de yoktu yani düşünce  sanırım pahası demode olmuş  inançlardan nefret ediyordum  sen dahil. kuza dikeldim ve nefret ettim bundan namlunun ucunu temizledim  bütün girinti...

Destinasyon - Har Vuruyormuş Elmaslara

öğleyin yamalarını yeniliyordum bütün tezkiyelerin ajandamdan üç kolon kan damlarken yapmalıydım bunu sorumlu kim? hani soruyorlar kim yazdı? yazgıya peşkeş çekebilecek kim? iradesini komodine koyup  çarpışarak ölen kimdi? sen asimile olmuşsun hiç yoktan, birden hani "on the road" diyorduk isyanla ne de asi hani nerede ilerlemek, kayda değer bir nitelikle? ölmek hiç düşünmeden? yolsuz diyorlar siddhartha'ya da. şimdi ağaçlarımızın çevresindeki gölgeler  kaçışmış, her yer aydınlık, her yerde ay hani kaçacaktık  gecede görünmeyecekti yüzümüz ve ellerimize değen bizim gökyüzü  yeni bir varış, yeni bir kalkış gerek bize balkonda sekiz yüz seher var ölü  yedi kolon kanlı,  elmastan avizelere mucuklar tünemiş hayalde cinayetler işleniyor kaçmak gerek ve artık bir sen olmayacak hesaplaşacak bir dava yok aldığım nefes, verdiğim kırlangıç sürüsü  nallar savuruyor toprağı alnıma  alnıma elmaslar üşüşüyor  bunu da istemiyorum  Fazıl'ı da. kimi kims...

Hipodrom

hipodroma dört saat kala; içimdeki sessiz bekleyişe  kulağımı dayayışımın altıncı terfisinde akıp giden zamanın peşi sıra  tükenen hislerin de kazıyordum mezarını geriye dönülmez bir yaşamaksız bütün bunların en azından bir süre daha devam edeceğini düşünerek  sürüyordum kelly'i  alışveriş yapmalı ve zoraki tükenen ömrüme destek olmalıydım biraz daha gaza bastım  en yakın market yedi kilometre ötede  kendi halinde bir yerdeydi hipodroma üç saat kala; daha net olan her şeyi sahiplenmeye başladım somutlaştım ve  hayallerimin leşlerini balkona serdim tabii bunlar birden olmadı  kırk üç sene geçmesi gerekti  dünyayı gördüğüm andan sonra hipodroma iki saat kala; zoraki ifadeleri kendime gard edinmekten de vazgeçtim  bağlarımı kestim  diyalogları bitirdim ve  kendime yetmişlerden kitaplar aldım  geldiğim yerden fazla uzaklaşmamalıydım. uyum sağlamak benim için  kusurlu varlıkların işiydi benim nihayetim bunun tam tersine en...

Cuma Mektubu

kuşu da geçtim kervanı da  benden anlaşılmayacaksa bu çağ ben boşuna tepiniyorum ben boşuna öykünüyorum bulutlara belki de sırf bu yüzden çıkamıyorum arşa  çıkıp da ne yapacaksın? elinden ne gelir? seni bir cumartesi günü vurursa bu öykü  sakın şaşırma sevdiğine gül ve klaketin sesini bekle atları ve dünyayı artık bilmiyorum  sanırım her şeyin sonuna geldim demek de işime gelmiyor  henüz hiçbir pazar'ı sevmedim lanet olsun lanet olsun buna ve gayriihtiyari ölüp gidenlere lanet olsun demode savaşlara  bilmek istemediğim yerdeyim elime eski içkilerimi aldım ve eski düşüncelerimi yarıp çıkardım yapmak zorundaydım çünkü  en azından kendime kavuşmuş olarak varmalıyım tanrıya  bunu hiçbir kürsüden duymadım rüzgarı hissedemiyorum hiçbir şey bu kadar dipte değildi  elimdeki kitap daha da dibin olduğunu söylüyor ve onu öpüyorum  kanıma karışan bu koyu bulutu  hakikati, temeli öpüyorum  altını çiziyorum ve şakağıma dayıyorum şakağımı öpü...

Ahorat, Şüphe ve Emir

lahidi mızrağıyla delip içine hin dolu nefesini üflediğinde henüz çok gençti ahorat ayrı bir teyakkuzu vardı baktığına ayrı ruhlar onun bedeninde tektiler biliyordu bu da onu bazen  umursamaz düşlere sevk ediyordu deliydi bu bilge her birine dokunduğu bin yelesi vardı  her birine ayrı bir rüzgar vermişti  her birine ayrı bir nefes her birine ayrı bir temayül fısıldamıştı bir gün kalkmak isterse ruhlar sofradan diye ona saygı duyuyor olmak her fenasında onu anlamaya itiyordu bizi muhakkak ondaydı rüşt de önüne geçmek istemezdik  ardından gölgesine değmezdik böylece içimizdeki kuşkuyu öldürüyorduk hunhar birer katildik içimizdekine bazen kendimizden de çekiliyorduk böylece uçuyor gibiydik yürürken  ahorat her bir lahiti yardığında mızrağıyla bunu sadece gözleriyle de yapabileceğini düşünür  böylece eşyayı da silerdik hayatımızdan ruh olmuştuk belki o kadar bilmezdik cesedimizi lahitlerde ölü yoktu  lahitlerde zaman vardı  bizi burada tutacak zamanla...

İkilem, Yanılgı ve Öylesi

azığını topla beni buradan kötüye  kendilerini hükmün anası sanı ben buradan gitsem de  aklımda kalmayacak birkaç şey  ben buradan bir duman kadar uzak ben buraya hiç yakın olmadım ki sadece kendime bir söz vermedim  belki de vermem gerekirdi saçma sapan bir yele için bazen  avurtlarım sancıya kapanıncaya kadar yazdım benim delik deşik gerçeklerim var yani hiçbir şeyle işim yok  çekip gidesim de yok belki de olmalıydı gülüşlere kanmam, dostum yoktur şuh namlumun ucunda sahanımda kavrulan gerçeklerim ne başkasına aşk, ne başkasına hal yaratılmışlığım dilimden elime akıyor bu kadar. : Hasan, Ali, Esat. en küçükleri Esat ortada Hasan, sonra Ali. yakaları bir, üç servi üç arkadaş  üçer hafta arayla  canlarına kıyılmış kimin yaptığı bilinmiyor  kimse bilmek de istemiyor kanları hala diri kimseler yağmur yağmasını bekliyor susku bütün çatıları esir almış  umur terk etmiş şehri  kimselerin karnı aç  duygularını dahi yemişler  kim...

Sü Sessiz Ölüm

fırça darb-ı mesel kurşun bir intihar süsü yelkeni şehre döndürdüm sü dilimde  sanırım kırıp geçireceğim şu kara bir zamanlar ilk nefesimdi tanım, yıkıyor mazgalları oh, ne de anlamsızmış dehlizleriniz gülümsüyorum, kıkırdıyor kuşlar kıracağım dişlerimi,  bir salonu üzerime yıkıyorlar gemideyim elimde üç beyit varmış bunu edilgen bir gölge söylüyor elimde üç evren saklıymış bunu edilgen bir gölge söylüyor üç; ma  ve ra. fırça darb-ı mesel sü dilimdeki kanı diri tutuyor her harbe karşı kendi nefesine bilenmiş bir hokkabaz diyor hakkımda siyahi bir edilgen, elinde şapkalı bir güvercin lacivert tanrım, işte düşüyor kuleler ah, işte şimdi ne güzeller işte şimdi hilkat okyanusundan aldığım manevramı sağ elime alıyorum  işte şimdi tanımlamak kendimi, düşen kulelerin seyrindeyken ve haddimin seyrine dalan baykuşlar süzülürken  göğün göğsünde ne güzel. sol elimde bir komançi mızrağı varmış öyle söylüyor siyahi bezgin edilgen omuzlarıma da ulu bir baykuşun gölgesi düşmüş...