Kayıtlar

Evi Dinle Leone

bu suni cehennemi biz yaptık  (buraya bir düzlem sığacaktı oysa) her şeyden önce ama her şeyden çok bilinçle  kitabı kapatmalıydık  kendimize bir kütüphane aldık  ölmeliydik tekrar dirilmeyi seçtik  -çok güzeldin. bin su yüzünden daha berrak birden çekildin ve yanar olmayan  gezegenler yandı  selaya kalktığında müezzin  arşın gözleri uyanıktı çoktan  o hep yürürlüğü ortaya koyan uyanıktı felekten şimdi duvardan duvara dargınlıkla  geçen bir teyakkuzun bıkmışlığında -geçip giderken deryalardan. bu suni cehennemden  arzı örtsek üzerimize kurtulamayacağız hep didaktik çağrılar duymaktan aslında  müsebbip orada orangutan bir bilge  yansıyan çevik bir dil oluyor kaderime yoksa ne işe yarayacaktım  mısrasız kuşkuya yer yok meydanımda -rahatsız olma düşümden. evi dinle koşuya var düne uyu elini yak ayaklarını devir her şey demin oldu şimdi vur aldan evi dinle koş uyu ciğerini duy gece olsun doğrul kontrast duş avucundan evre...

Muhayyel Taban

tabii ki  sen şimdi uzaksın günahlardan mümkünatın damarlarını çatlatan gülüşlerden yakamozun nevrini döndüren şarkılardan gecenin mihrabından eğilip kuşlara fısıldayanlardan bastığım yerin kalbini yokluyorum hayatım olmalı ki kırmış mıyım? kim miyim? daha dün doğmuş/ içindeki gebe yarının katili neymiş? uzakmışım. nedir bu koku? gölgesinde ellerimin sarı köleler volta atıyor birazdan açıklanacak hürlüğün bedeli nedir bu koku? volta atıyor sarı ellerimin gölgesinde köleler nedir soru? cumartesiyi unutan babalar. şimdi kadere bağladım bağımı artık ne olacaksa gölgemin karışamayışı tabii şimdi sen uzaksın ölen nehirlerden gerilen madenlerden intihar için örülen gergilerden tırnaklara karışmış derilerden sinmiş hinliklerden evet benim toprağım henüz  üç keşin devirip de yazdığı üç şiir kadar  binmedi kıymete/ benim için. oh! evet, neydi sorun? birazdan açıklanacak hürlüğün bedeli  coğrafyama sinen ak kaşıklı çağlayan sen misin beni üfleyecek yok mudur her şiirin diyeti?...

légion d'honneur

kuytusundan çıkması rüzgarın  eylül'de salıverilen saçlarım dalından bir kuşu avladığım mevsimin yarılın yoldaşlarım tepemizdeki haziran geçiverecek aramızdan sakının kuşlarım artık barut serbestisinde yankılanacak dumanlar düzlemin seğrinde üç mana şimdilik teyakkuzda bekliyor: dil, devinim, derdiğim. onu sevmekten çoktu yaşamak derdest bulutların tepesinde adım yazılı gibiydi altından bir orağın dibinde hiçbir şey dinmeyecek gibiydi artarak çağlayacak aksine ama burada bırakmalıydık her şeyi  her şeyi kabullenememişken yani  karakter imtiyazından ölüme süregelen dayatmalar! düzlemin diline dolandığında benim yaşamağım üç mesai, üç vesait, üç dize  kırk tabur beynimde tepinir olur  apoletime demin kuş kondu; légion d'honneur. hayatım soluduğum barutun haddi bana yapmak istemediğim  şeyleri yaptırıyor sehven solumuş oluyorum böylece evrende dimağıma sıkıyorum yedi mm yeni bir dimak veriyorlar yeni bir kurşun  ölmekti benim için bitmek bilmeyen kuytusun...

Mahpus Rıza

isminiz? Mahpus  soyisminiz? Rıza eline alırmış uzunca demir tokmak doksanlarda kendini firavun sanıyor ya da Allah muhsin ünlü oldu sonrasında.

İlhan Berk

ben bu halimle şarjör değiştirdim/ gazi istesem Allah'a kadar koşabilirim duymayanın kefeni yok/ ölümü oysa inanmıştık ölümün de dürüleceği kefeninin  öyle söylemişti/ cennet ben ondan büyük bir şairim derdim eğer gerçekten biraz büyük olsam/ İlhan ama şimdi de hiç ondan aşağı kalır bir yanım yok/ Berk 

Cam Vinnie

Vinnie bir cambazdı; ayaklaşan ıhlamurları diyorum  galiba seslerini kesmemiz gerekiyor yoksa ipten kayıyorum gideceğim yol görünmeze göz kırpıyor diyeceğim o ki bağlaçlar da  yersiz bir coşkuyla sarsılmalı daha dün bir çocuktum  panayırdan panayıra limonata  bugün kemirgen düşüncenin teyakkuzuna gebeyim böyle olması gerekmiyordu kalbimin aynası geceyi yaran okları yağlarken ruhumun köşede kendine infazı.. hem ipler eskisi kadar gergin değil  hem her şey ölüme dair  damarlar ıslak dün bir çatışmadan kaçtım  namlular beyinleri dağıtmakla mükellef koşuyordum  ayaklarımı, bacaklarımı  son kurşun duyumlarımı hissedemiyordum durduğumda pür bir sessizlik sarmıştı kederin coğrafyasını biraz soluklandım ve yaktım kaderimi benim de bir namlum olsaydı belimde sanırım koşmama gerek kalmazdı evvelsi gün  çatıdan odama su akıyordu sağanak yağmur beni evimden çıkarmak için bütün gücüyle saldırıyordu  yapacak bir şey yoktu bekledim unutmayı bekled...

Kırılma

tanrı bana on at verdi on bronz at bırakmam gereken zaman yaklaşıyordu ahitler yıkılacak setler devrilecek kıyım başlayacak yazılıydı tozlu odaların gümüşten raflarında duran kapağı meşeden yapılma kitaplarda  "gölgesinde on bronz atın silueti görüldüğünde..." adı; Johanna.

Tilki Düğünü

doğrulduğunda yeni bir akış yeni bir kader çiziyordu defterine alfabenin omurgasına sürüyordu dilini sanırım bunu en iyi yapan son kişiydi bunun farkındaydı bir defasında bana; her şey iyi olmadan önce ortadan kaybolman gerekir. çünkü ruhu zengin olanlar böyle bir çürümüşlüğe şahit olmak istemezler.  şimdi ayağa kalktı ve bir yudum aldı  kapısının eşiğine gelen kedilere istediklerini verdi iskemlesine oturup  tilki düğününü izledi sonu geliyordu bunun da farkındaydı  uzunca bir süredir irkilmiyor kendine yapışacak şeyler yaşamıyordu bendini gayyaya sokup sokup çıkarıyordu bir yanı yüzündeki her bir kırışıklık  keffaretini ödediği kaderine nazireydi farkında olmadığı tek şey  eskiden daha iyi yazdığı gerçeğiydi ölüm de bu sebepten iniyordu kaldırılmalıydı.

Hür Cüma

şimdi sola dönmen gerekiyor; eğilin. kokladığınız ceplerde bir bok yok yerli yersiz yükselen gövdenizden başka bir şeyiniz yok öneminiz yok tanrı için ve  sanırım burada biraz dinlenmeliyiz. kahve ister misin? yeni bir şey  yeniden bahsediyorum  kapana kısılmış mecburi kıçların haricinde  yeni bir şey  taze bir ölüm? belki. geçenlerde "söz, şereftir" demiştim ona kime? kemal'e unut gitsin. kemal'i tanımıyorum ama alper bana onun hakkında pek de ilginç olmayan birkaç şeyden bahsetmişti: çocukken annesine dalga konusu olmuştu babası ön dişlerini indirmek zorunda kalmıştı beyninde kalıcı hasar oluşup oluşmadığı ile alakalı çalışmalar hala devam ediyormuş ve saçma sapan sözlerini japon atasözü diye yutturmaya çalışıyormuş sonuç olarak  doktorların geldiği yere geri tıkma fikrini de annesi kabul etmemiş o da yaşamaya devam etmiş kemal'i bu kadar tanıyorum ebu cehil'e direttim namluyu kemal'i tanımam etmem ebu cehil merhaba elimdeki swiss&wesson şimdi sağa d...

Kelly Simulacrum J.P.

varsa yaratacağın hassasiyetler çukurunda  boğulmadan ermeyeceksin işte mihrap işte teyakkuz işte göz işte dişteki hürlük bizde hiç anlam kalmadı diyor Jean elde su dudakta yara  fikirler çıktığı yerde infaz ben burada duruyorum  eğildiğim bu arşa dokunuyorum sanmışım rahvan beni sardığında bir odada kalsaydım kendimi davrandığım kurşuna bulletdoit çıkarıyorum gözümü eski bir yağmurda kontrast banyosu çekiyorum Jezas gülümse bugün at iyi koşmadı adı Kelly dün de iyi koşmamıştı yine de attı bugün insan gibiydi ağlayamadı koşarken sırtında üç karış bertik yavaşladı ve kafasını eğdi  toprağa sonra dirildi ama yarış bitmişti tempo sıfır, böyle olmamalı / yakıcı gece. son yaklaşıyor  titrek omurgam için bir kurtuluş olacaksa şuh sonda durulmayacak titreten dişlerimi aşk diliyorum hızlı atlar şimdilerde  yargıyı üçe indirmeye içiyorum ve Kelly öldüğünde kendime yeni bir at bulacağım  yeni bir kıta.

Yota-Praga (Belki İsyan)

-Varsayalım düşmekten kurtulduk YOTA, sonra ne olacak?  -Sonrasını kimileri yaradanın kerim sıfatına bırakır. Ama nereye kadar? Sonrasında ne olacağına kendimiz karar veririz. Bütün ipler kendi elimizde, kendi prensiplerimiz kendi içimizdedir. İnanç içimizde, umut içimizdedir. Ve baştan beri de konuştuğumuz üzere inanç ve umut iç içedir. Dolayısıyla insan düştükten sonra yine, yine ve yine düşebilir. Bazıları hiç düşmez. Bazıları da -umutsuzlar- yerden asla kalk(a)mazlar, PRAGA. Zaten insan bir seçeneğe doğru meyillenmekle meşhurdur. "Ağaç siyah, bulut siyah, nebatat, tabiat her neyse ve her ne varsa kapkara. Umut insanı kurtaracak diye bir şey yoktur. Umudun neticesi buhrandan öteye geçmeyebilir. Belki de Tanrı umudun çoktan belasını vermiştir ve bu yüzden de düşüp düşüp ayağa kalkan insan düşmeye meyillenmiştir. Lanetin sonucu lanet bir yaşamdır. Umut iyidir, peki ya sonuçları ?  Umudun ardından insanın içini buhran kaplayabilir ve sanki yürüdüğü yer masmavi göğün altında d...

Yota-Praga (Umut Karaya)

-Söyler misin YOTA, yalnızlık bir boşluk mudur?  -Yalnızlık kocaman bir boşluktur, PRAGA. Yahut bütün duyguların keşmekeş olduğu ve her duygudan da nebzelik tat alındığı bir çukurdur. -Var mıdır bu çukurdan kurtulmanın yolu YOTA? -Var tabi ama şunu unutmamak gerekir ki bu çukurda gezinip durmuyor, düşüyoruz hiç durmadan. Bağırıyoruz düşerken ve serzenişimize yardım eli istiyoruz PRAGA. Kurtulmak için ilk önce düşmekten kurtulmak gerekir.  "Kömür karası renginde bir kara gözükür. Bu koca okyanusta serap görme ihtimaliniz yoktur. Her şey gerçek, her şey acıdır. Karaya doğru kürek çekmeye başladığınızda içinizdeki umut da çiçek açmaya başlar yavaştan. Uzun bir müddet kürek çekmeden sonra, uzunca bir bekleyişten sonra kara gözükmüştür. Kapkara bir kara parçası ama umuttur; bu kara parçasının görüntüsüne aldanmamayı icap eder. İnsan demir attığında bu karaya, ya her şey bir umut uğruna daha kötü olursa..." -Düşmekten nasıl kurtulunur ki YOTA, düşene yardım edilir ama düşmekte olan...

Yota-Praga (Başlangıç)

-Hissettiklerini söyle PRAGA.  -Ben senin gibilerle konuşmam YOTA. -Hiç mi konuşmazsın PRAGA? -Hiç, YOTA. -Büyük konuşma PRAGA.. -Büyük konuşursam, YOTA? "Geçmiş günleri yad ediyorum yine. Bugünden başlayıp, yarına küfür edip düne, daha da düne bir yolculuk bu.  Gerçekten sıyrılıp anlama doğru giden bir yol bu. Evet gerçekler..." -Hayat büyük konuşanları sevmez PRAGA. -Sen nereden biliyorsun YOTA? -Ben kendi hayatımda denedim PRAGA.. -Seni sadece sevmedi mi YOTA? -Hayatın seni sevmemesi ne demektir bilmiyor musun PRAGA? -Hayır YOTA.  -Eğer hayat seni sevmezse başladığın işleri bitiremezsin, sevdiklerini göremezsin bir an bile, hatta bir an seslerini duymak bile mucizedir PRAGA. -Bir bedel mi bu YOTA ? -Bedel PRAGA. "Evet gerçeklerde ve melun insanlarda maalesef bir anlam yok. Et, deri, kemik ve akıldan ibaret bir oluşumun bu kadar aşağılık olabileceğini nasıl bilebilirdim? Bir isyanın ortasında yapayalnızım. Eğer gayet eğlenceli, gayet olumlu, gayet neşeli bir oluşumsanı...

O Gece San Pedro'da

gece elimdeki mızrağa eğildiğinde zannettim ki buradan çıkış olmayacak Bölüm 1; mavna ile okyanusa açılmaya benzer kördüğüm şu yaşamak  dirayetime sığınmışım da ne olmuş  bastığım yerde atlar ölüyor  irsi değildir kabuslar bunca  kemirgenlerin sırtımdaki kurşundan evi üç tavşan gördüm birinin elinde ok birinin elinde kemik  birinin elinde de tül vardı  sana beni affet diyorum bu son fiyat  cambazın taburesine tekme yoksa hür bir milada ilerliyorum sevgilim gün kilimler üzerine son servisini yapıyor bakışların bir kartonu andırıyor Bölüm 2; bu yağma hüküm durmuş lağvedilemez  seni sevdiğim radyolardan duyulmayacak güzelliğin yeryüzünde bir imgeyle örtüşecek çekilecek sular, üç beş dağ yarılacak imge kıyamete iliştirilecek  yani bu aşk da. maalesef kıvrılacak yer yok bu hücre bir kişinin ayakta ölmesi için  yani bu aşk da. Bölüm 3; ışıkların sonunda yeni bir şey yok ölü gecenin elekten geçirdiği ölü devrimlerim aradın mı? evet aradım. ne s...

Hür

üç dilde de bırakıp af niyazını vardığım yere kendi başıma diri ve bir şükür boyunca bütün bırakarak kelimeleri körlükten imtina bir aydınlık içerisinde  süregelmeyecek kıtlıklar yaratıp /şüphenin gözü kor lacivert Campton'da bir güvercin  irtifanın sessiz cazibesi  cumbasına örsü sermiş aşk  buradan semanın katlarına  dövdüğü sarp gözyaşları  hürriyetten uzak, hürriyetten uzak, hür.

Don't be

ay batmazdan evvel çıkmıştım karacadan yolumu bileyen adımlarım kayıyordu şehrin yamacından yorgun  değildim  meraklısına güller kurumuştu düş, kalktığım kırdaki orduya zafer fısıldadı  inanmak; kışlasında sürünmek mecburi iltifatın. yine ölsem  yine aynı yerde olurdum  aynı kan, aynı kemik; "boynuna vebalim" demirler çakıldı ve atlar bağlandı sıkıca  açlığa sinen şeytan teyakkuzun zirvesinde aşklıyordu kendini kıymıkların damarların içindeki külüstür yolculuğu  ölümle insan arasındaki şafağı dokuyordu zannımca  aynı kan, aynı kemik;  dünyanın orta yeri siddhartha! zulüm durağı  bak zikkenin halkasına  bin tabur kahır bağı  yorgun değildim sarkarken şehrin yamacına  neden yorulacakmışım hiç yaratılmamışcasına aynı kan, aynı gürlük; seherin içinden geçen umarsız yelim. —2024

Mühür

bir süre yoktum dünyada birkaç serzeniş için; döndüm de baktım taşraya dikte ediyorlar hiçten hiç bir sadakat için  içim içimi yiyor herkese düşmanım  yıllar yıllanmış seyrek kalbimin taşıdığı hürlük kimsesiz kalmış  deveran eden sessizliğe nam salmış  ah, işte kimse yoktur konuşmayacak! ah, işte herkesle tanıştırdığım sağır! tüm emirleri yaktım  tüm kimlikleri o mızmız edip duran feleği ensesinden tutup sürüyen  kimdi? mutlu ölüm. gözümün gördüğü ateşteyim dilime pelesenk vel asr. nevrimin döndüğü baharda doyurdum mızmız edip duran feleği. tanrı biliyor fırtınalı kasrı içimdeki  oda kokuya bürünmüş orkideler ve zambak acı hedefini şaşırmış bir gök gibi üzerime kırıyor diyalektiği  ben bu taşra dünyada hiçbir fiile karışamadım bunu da biliyor tanrı  biliyor tanrı  odada kırk leş var. ellerim işarata kaymış ağzımda mühür var konuşursam kanayacak. baha ne demek ortadoğu'da? ortadoğu'da dostum yok yaka paça çıkarıyorlar beni  geniş sal...

John Narto'nun Günlüğü

insanlık cehennemi, uyanmak mucize. pazar günü, heyecan verici tek şey dilim ve ellerimin parıltısı gökyüzü ellerimde. sanırım gülmeliyim çünkü hakikat ancak bu kadar işleyebilirdi içime  hakikat gözlerimdeki her şeyi alıp  söndürüyor başka bir göz de görmüyorum sönmüş. canlar çalıyor safsata ruhlar sömürüyor hayatım, çaresizce kıvrandıracak kadar anlamıyorsun hiçbir şeyi  bu da seni bir tabut yapıyor mor! tanrı beni nefretle de yoğurdu kuruntuyla bezenmiş yeryüzüne  indiğimde uzama müsavi bir aşkla öptüm sonrasında ölüleri ölüleri öptüm uzama nefretle  yeryüzüne bezenmiş kuruntu ruhları yarmakla tanrı beni  yoğurdu da nefretle öylece bilmiş ve soğurmuş bulundum hakikati  —tabii bunu kendi kuyruğuna sürgün cühelaya zerk ederek onları kurtarmak istemiyorum kuduz hastalığından.  —hayır hayatım çalışıyorum. burası üçüncü cehennem ve bir dörtlük karşılığında beşlik çaktığım matbaanın iflası beni böyle yazmaya itiyor, üzgünüm kapatmalıyım. —sanırım kri...

Bank

işte  zırvananın ahalisi gümbür gümbür akan kızıl soykan cepler delik mermiler pırlanta bir bank öğle vurduğunda gölgede kalmış  yeni yetme bir pazar ve omza düşen ırklar işte huzur ziyansız çekilip gitme dünyanın  dünyanın bildirisi kulaklarımda: yaslandığın yerde bir hikmet yok! kuşlardan duyduğum tek düş: inanmanın sırası değil durma! şimdi soğuk yerlerime değen  bir nefes zikir değil, durma! sırası gelmeyen her şey gibi uzaklaş gürleyen meşinlerden/ hür! yakardığında atlar daha hızlı gitmeyecek bitişi geçen bugün olacak  elinde simsiyah giz yol gri/ ellerini pırlantalar sarmış  ellerim sarı/ boynunda aşk bir gerdanlık  sırrım terli/ yüzünde aya sarmış gürz farlarım sönük/ dünya şu! öğle vurduğunda şehri böğründen bir bank yara almamış  oradayım tanrıya şükür  işte huzur ziyansız  işte ben fazlasıyla oradayım  öğle  böğründen  vurduğunda  şehri  bir müddet kendimi asmayı düşüneceğim. —2024

Eski Bir Dosta Karşı Gaddarlaşmak

bulutların üzerinden aştı geçti dört asır milyar kan, hınç, ölüm vicdan elimizin kiri; piri doğurmuş al yüzü nerede hani kır-lan, kaçışlar üç mevsim sevgilim seni bir mevsimde bir şarkıda aradım kaç-defaatle. yığınla moloz şiiri yardım da buldum  hülya denizinden seni hürlüğüme doğrultacak kadar süzengiyi doruklarına varmıştım ruhumun bak bu soğuk, kuz. yarım buza eklediğim lavanta taneleri bulutlardan sarkıttığım aksiyon tınısı eşliğinde yaşıyorum kelimeleri, cumartesi ne ıslak gün!? geliyordum, geldim, geleceğim sana çünkü bıraktığım kuşlar ağzımdan  intikam ile aşk arasında bir yere saldı taşları sözlerin karanlık tarafına çağırıyorum seni henüz yirmilerindeki dizelere vıcık vıcık olmuş taşra nağmelerden kurtarıyorum seni, ebediyete inşa edecek "intikal orduları" şimdinin yokluğunda ne önemi var? her şeyin ve  eski bir dostun. —2024

Billboarda Asılmış Fotoğraflar

budur benim  sahibi yokmuşcasına ördüğüm duvarların partal çehren gerilmekteyken dur bakalım hissedebilecek misin boşluğu harameynden geçen üç kalleş vardı harameynden geçmezsen bir adın yok dünyayı dörde bölsen de etmeyeceksin bir kalleş! birinci kalleş; kallavi elleriyle geçmişti fırtınaları elleriyle aşkı sarmıştı bütün kervanlarda tüm göçlerce bilenen hür biriydi tüm nehirlerin aktığı yöndeydi kalbi beş vakit cehennem başının ucundaydı bildiğimiz ölüm, ölüleri vardı onun. adı; Külemi. Külemi'yi neydi kalleş eyleyen? ikinci kalleş; gözleri bir şahininki kadar küçüktü tüyleri her zaman sarkastik şekilde dikti kendisi tetiğin vücut bulmuş mihenk bulvarıydı boyu kısaydı, kaşları çatık, bıyığı savruk bir cebinde alev, bir cebinde tesbih cepkeninde de zamanı taşırdı rahvan bir atlıydı; soluğu ciğerinden çıktığı anda  ürpermemek elde değildi, kızıl bir nefesi vardı ellerinin içi yaralıydı senelerdir doktora, şifaya inanmazdı Tanrı'dan geldi, o alacak acıyı derdi ruhunu gammazlama...

Pray for Sinatra

cepkeninde taşır üç poşet kıçı ıslanmasın diye ıslak banklarda göğsünde genç Frank Sinatra alfabenin yersiz düsturu aşkından bilirim ki her kadim gelse böyle ölür aşkından hayatım yalnızlığıma serilen kül seccade nereden ayrıldım? kalbimdeki ölü camia. demirden ayrılıp kana, kandan işte Sinatra diye bir çocuk! tarih elimin tersinde yazıyor avucumun içi yer kürenin  acıyorum tanrım her seferinde  acıyorum her şeye olan yaratılmışa Radyo Alaturka frekans 91.0 sanırım buralarda bir yerde bulacağım unutulmuş mühimmatı sanırım buralarda başlayacak savaş Sinatra tüfek tutacak, cebimizde  beyaz mendil elimizde sancak  vurulacağımız tepenin ardına üç kişiyi asıp götürmüşler radyo yetmişlerden yetme sanırım buralarda bir yerde  inmeliyim camiadan dişleri dökülmüş bir aslan seziyorum diliyle de korkutuyor hayır altından ya pençeleri yok cüssesinden olsa gerek belki de gözleri  şimdilik yeterli her şey  işte cehennemat ve boş kovanlar bu kadar zaten her şey Sinat...

Hikmetinden Manevralar

işte terakki sarmalı içimde henüz ödem tutmamış isyanlar merak etme sevgilim aynı dün ve gece merak etme sevgilim henüz asmadı içimdeki küheylan kendini servi çalımlardan geçilmeyen yaylalardan iniyorum yer yüzüne yüzünde bir an var gerisi hilkat oluyor ve iltimas geçilen her feryadın aslı da kanepeden düşmek üzere yakarışlar duman oluyor seherin kucağında işte isyanların rüknu bana bir düzine yol gösterdiler Tinze ama sapmanın da bir mesele olduğunu yaratılışta söylemedi kimse her şey öylece dökülüverdi ilham gibi olan ulu sokaklarda cebelleşen  her yanından doluksayan kaderlere  ol/duysa sadece.. nedir bizim keşmekeşten  ayırdığımız mücevherat? göğsümüzün bir gergide aslına rücusuna kim karşı? işte bir çocuk elinde kamberi yumrukluyor dahası bir yavru kedi geçiyor harameynden ağzında aslan leşi söyle hakikati hilkatin dimağında sırra koyan kimdi? işte sarmalın /derdiğim bütün sevgilerden üryan fırtınası duyulan neydi? buydu ya? göz, geçip giden her şeyin mizahına doluks...

Underground Hilkat

underground yeryüzünün meşalesi yaratılışına şahit olduğum bir şey varsa o da  işte burası giz ve hükümler silsilesi ama neye yarar kışlar geçer kuşların ardından / merdivenleri indikçe korkuyla beslenen  cinayetler gördüm ama ben biliyorum ki ataları şiirin buradan çıktılar ayyuka benim atalarım  indikçe iniyorum ineceğim ve delireceğim sesin diline süreceğim dilimi kasıntı hegemonyalara diller ağızlara dadandığında dinamiğine tanık olacağız evrenin kısır kalmış yaşam diyaloglarla körelirken hepten yeni bir dize sürtüyor arza underground harekeler! çıldırmak eldeki tek dün yarınları dipledim şimdideki dumanı görmek için damarlarım yanıyor ama inmek iniltilere kulak vermek  belki de acımak saçmak seraplara kurtaracak beni arda kalanlardan öyleyse hal düş arzuyla birlikte infilak etmeli istemediğim ne kaldı her şeye uzağım gökyüzü yarılmak istiyor kahramanlar ölü atalarım ölü ben de ölmeliyim / iç yarılıp düşünceler doğduğunda hiçbir şey değişmeyecek sadece anda bir b...

Rimbaud

evet kaybettik çünkü şimdinin öncesi vardı ve kayboldu bilmiyoruz ama farkına vardık gözler kısık artık cihan bodur ter herkes üzerine alaycı bir kalay bu kaçıncı satır, evet siliniyor artık bilmiyoruz öylece sallanmalı ve hak edene üflemeliyiz bu dumanı yaşayan biz değiliz ve ordumuz yok kaybettik ama farkındayız ölmemek için önemi yok bir alt satıra geçiyorum ve orada beceriyorum üzerime düşeni seneler evvelki gibi hayır rimbaud okumamdan beri hiçbir şey değişmedi ta ki sen gürz dudaklarınla ıslatana dek rüzgarı —2022

mindiswar

ses yükselmeli hayır baba düşmek yok  çünkü sıram gelecek aid bütün kadrajlardan taşarken ne önemi vardı ehlin o imza topladı, düşmanımız.. tamamlanmamış üç bin satır ağızlardan taşan bodur harfler  hayır neden ölecekmişiz kardeşim niye teferruattan bir gölge boyu taşsın kaderimiz yok! tamamlanmamış üç bin satır! /ses yükselmeli kardeşim sen külsün, her, hem! sen gülsün, cer, pak! sensin kardeşim, sensin değirmenci ses yükselmeli kardeşim! duman arkamızda abim biz yaktık ve yolumuza saydık ömrümüzü haddimizi aştık mevzu taşamamak olacaksa hayattan diye ölüme sunduk kandillerimizi duman karşımda abim ve seni varlığına meydan okuyan bir sipahi gibi  görüyorum ak çaputlara sarılmışsın\ tamamlanmamış üç bin satır, ya ses bu sebepten yarmalı arzı San Francisco'dan başlayıp ses bu sebepten terk edilmemeli yalnızlığa bir eşlikçisi olmalı sesin ki  karışmasın kabuslara sese direnmek  zorunda kalmayalım  ellerimiz seksendeki gibi hür  ama artık yorgun çatılara ...

Ölümsüz Örümcekler

ölleri sana benzeyen ruganlarını çekmiş ayyaş üç süvari duman canımı delerken bu şehir tahtına bir yamacı arıyor acıma sarı karbonat basıyorum kapı aralığından sızan sadece ölümsüz örümcekler  beni yüksek doruklarına çekmen gerekir çünkü hikaye dökülen küllerin örtüsüne yakın yerlere işlendi beni bir tavan arasına yıllanmaya ser yasak her duvarın ardında da var henüz küçükken gerekçelerin beni derdest edebileceğini bilmekle  lanetlendim gözlerim bir ayyaşınki kadar keskinken boğazıma sinen beyazlığı  ruhumdan söküp atmak istedim ah! seni ilah belleyecekler işte bu noktada silahım kurulu: inancım yok ah! seni bir yudumla unutacaklar silahım doğruluk şakağıma: yaşıyorsun sarkan demirden hayallerimin mihrabına çıkıp tepindim sonsuzluğuma gölgelere akıp silinip gitmek vardı umudum ama taştan duvardan fırlayan orduya savur emrini kim verdiyse görülmek oldu kaderim  şehir ıslak, şehir tahribat gemilerine beni soruyor harabelerde kanımı arıyorlar  neydi benim vasfım mu...

Bunun Adı: Gömü

sancının yıldönümüne saçının kükrediği zaman sesim dört aleme yarılıyor açığa çıkan şiir oluyor, kutlu! şimdi kutsanıyoruz hayatım bunu  ileride anımız say cepkenlerden sıyrılıyoruz belki biraz Afrika ama dilediğim şu ki urganım yücelerden bir yüceye  kırk dönümlük bir arazide taburlar öldü kutsanmak için şimdi kutsanıyoruz hayatım ağaçlardan savrulan yankı acının değil artık! kim bilir  şimdi söylüyorsun ışıklar yayıldığı yere yabancı evet çünkü farkına varmış saydık her şeyi acımızdan mezarlar kazdık inledi kurtlar azmış akbabalar buradaydı  kaderimize ortak tek payda inatla sevgilim tutuşturmuştuk türküleri şimdi söylüyorsun ışıklar yayıldığı yere yabancı biliyorum sevgilim aksimiz hep  gözlerimiz bize ayrılanı aramaktan  sakıncalıydı herkese ancak kim bilir ışık zannedildiği kadar değerli değildir. kutsanıyoruz sevgilim gizli sevinçlerle yerimiz yurdumuz yok aşklar manipülatif sergilerle  köreliyor seyrimizden sakladığımız bir avuç an dört alemde d...